Onuncu Hüccet-i İmaniye
Yirminci Mektub
ﺑِﺎﺳْﻤِﻪِ ﺳُﺒْﺤَﺎﻧَﻪُ ﻭَﺍِﻥْ ﻣِﻦْ ﺷَﻲْﺀٍ ﺍِﻻ َّ ﻳُﺴَﺒِّﺢُ ﺑِﺤَﻤْﺪِﻩِ1
ﺑِﺴْﻢِ ﺍﻟﻠَّﻪِ ﺍﻟﺮَّﺣْﻤَﻦِ ﺍﻟﺮَّﺣِﻴﻢِ
ﻻ َٓ ﺍِﻟَﻪَ ﺍِﻻ َّ ﺍﻟﻠَّﻪُ ﻭَﺣْﺪَﻩُ ﻻ َ ﺷَﺮِﻳﻚَ ﻟَﻪُ ﻟَﻪُ ﺍﻟْﻤُﻠْﻚُ ﻭَ ﻟَﻪُ ﺍﻟْﺤَﻤْﺪُ ﻳُﺤْﻴِﻰ ﻭَ ﻳُﻤِﻴﺖُ ﻭَ ﻫُﻮَ ﺣَﻰٌّ ﻻ َ ﻳَﻤُﻮﺕُ ﺑِﻴَﺪِﻩِ ﺍﻟْﺨَﻴْﺮُ ﻭَ ﻫُﻮَ ﻋَﻠَﻰ ﻛُﻞِّ ﺷَﻲْﺀٍ ﻗَﺪِﻳﺮٌ ﻭَ ﺍِﻟَﻴْﻪِ ﺍﻟْﻤَﺼِﻴﺮُ2
1 Onun adıyla. O her kusurdan münezzehtir. Hiçbir şey yoktur ki Onu hamd ile tesbih etmesin.2 "Allah’tan başka ibadete lâyık hiçbir ilâh yoktur. O birdir; Onun hiçbir şeriki yoktur. Mülk Ona ait, hamd Ona mahsustur. Hayatı veren de Odur, ölümü veren de Odur. O, kendisine asla ölüm ârız olmayan Hayy-ı Ezelîdir. Bütün hayır Onun elindedir. O herşeye hakkıyla kadirdir. Herşeyin ve herkesin dönüşü de Onadır." Buharî, Ezân: 155; Teheccüd: 21; Umre: 12; Cihad: 133; Bed’ü’l-Halk: 11; Mağâzî: 29; Daavât: 18, 52; Rikâk: 11; I’tisâm: 3; Müslim, Zikir: 28, 30, 74, 75, 76; Vitir: 24; Cihad: 158; Edeb: 101; Tirmizî, Mevâkıt: 108; Hac: 104; Daavât: 35, 36; Nesâî, Sehiv: 83-86; Menâsik: 163, 170; Îmân: 12; İbni Mâce, Ticârât: 40; Menâsik: 84; Edeb: 58; Dua: 10, 14, 16; Ebû Dâvud, Menâsik: 56; Dârîmî, Salât: 88, 90; Menâsik: 34; İsti’zân: 53, 57; Muvatta’, Hac: 127, 243; Kur’an: 20, 22; Müsned, 1:47; 2:5; 3:320; 4:4; 5:191; el-Hâkim, el-Müstedrek, 1:538.
(Sabah ve akşam namazından sonra tekrarı, pek çok fazileti bulunan ve bir rivayet-i sahihada ism-i a'zam mertebesini taşıyan şu cümle-i tevhidiyenin onbir kelimesi var. Herbir kelimesinde hem birer müjde ve beşaret, hem birer mertebe-i tevhid-i rububiyet, hem bir ism-i a'zam noktasında bir kibriya-i vahdet ve bir kemal-i vahdaniyet vardır. Bu büyük ve ulvî hakikatların izahını sair Sözlere havale edip, bir va'de binaen, şimdilik mücmel bir hülâsa suretinde; "İki Makam", bir "Mukaddime" ile ona bir fihriste yapacağız.)
Fazilet: Yüksek değer, üstün ahlak derecesi, dinde üstün vasıf ve özellikler.
Rivayet-i sahiha: Sahih rivayet, Peygamberimizce(asm) söylendiği kesin ve şüphesiz olan ve sağlam yollardan bize iletilen sözü.
İsm-i a'zam: Allah’ın(cc) en büyük ismi. Allah’ın diğer isimlerini manaca kendinde bulunduran en başta gelen ve en geniş manalı ismi.
Mertebe: Derece, basamak, rütbe, makam.
Cümle-i tevhidiye: Allah’ın(cc) birliğiyle ilgili cümle.
Beşaret: Sevindirici haber, hayırlı haber.
Mertebe-i tevhid-i rububiyet: Rububiyet tevhidi mertebesi, herşeyin sahibi ve terbiyecisi olan Allah’ın(cc) birliğine ve ortağı olmadığına inanma derecesi.
Kibriya-i vahdet: Birliğinin büyüklüğü.
Kemal-i vahdaniyet: Allah’ın(cc) birliğinin mükemmelliği.
Ulvî: Yüksek, yüce.
Hakikat: Gerçek.
İzah: Açıklama.
Sair: Diğer, başka.
Binaen: Dayanarak, dayalı olarak.
Mücmel: Kısa, öz.
Hülâsa: Özet.
Mukaddime: Başlangıç, giriş, önsöz.
Mukaddime
Kat'iyyen bil ki: Hilkatin en yüksek gayesi ve fıtratın en yüce neticesi iman-ı billahtır. Ve insaniyetin en âlî mertebesi ve beşeriyetin en büyük makamı, iman-ı billah içindeki marifetullahtır. Cinn ü insin en parlak saadeti ve en tatlı nimeti, o marifetullah içindeki muhabbetullahtır. Ve ruh-u beşer için en hâlis sürur ve kalb-i insan için en safi sevinç, o muhabbetullah içindeki lezzet-i ruhaniyedir.
Kat'iyyen: Kesinlikle.
Hilkat: Yaratılış.
İman-ı billah: Allah’a(cc) inanmak.
İnsaniyet: İnsanlık.
Âlî: Büyük, yüksek, yüce, üstün, şerefli.
Marifetullah: Allah’ı(cc) isim ve sıfatlarıyla bilme ve tanıma.
Muhabbetullah: Allah(cc) sevgisi.
Ruh-u beşer: İnsan ruhu.
Sürur: Sevinç, neşe.
Kalb-i insan: İnsan Kalbi
Safi: Temiz, duru.
Lezzet-i ruhaniye: Ruhla ilgili zevk.
Evet bütün hakikî saadet ve hâlis sürur ve şirin nimet ve safi lezzet elbette marifetullah ve muhabbetullahtadır. Onlar, onsuz olamaz. Cenab-ı Hakk'ı tanıyan ve seven, nihayetsiz saadete, nimete, envâra, esrara; ya bilkuvve veya bilfiil mazhardır. Onu hakikî tanımayan, sevmeyen; nihayetsiz şekavete, âlâma ve evhama manen ve maddeten mübtela olur.
Bilkuvve: Daha fiile geçmemiş, düşünce olarak.
Bilfiil: Fiilen, uygulamada, kendi çalışması ile.
Mazhar: Sahip olma, ulaşma, erişme.
Nihayetsiz: Sonsuz.
Şekavet: Her türlü kötülükler içinde olma, bela ve sıkıntılara düşme.
Âlâm: Acılar.
Evham: Kuruntular, olmayanı var zannetme.
Manen: Manaca, manevi olarak.
Maddeten: Madde olarak.
Evet şu perişan dünyada, âvâre nev'-i beşer içinde, semeresiz bir hayatta; sahibsiz, hâmîsiz bir surette; âciz, miskin bir insan, bütün dünyanın sultanı da olsa kaç para eder. İşte bu âvâre nev'-i beşer içinde, bu perişan fâni dünyada; insan, sahibini tanımazsa, mâlikini bulmazsa, ne kadar bîçare sergerdan olduğunu herkes anlar. Eğer sahibini bulsa, mâlikini tanısa, o vakit rahmetine iltica eder, kudretine istinad eder. O vahşetgâh dünya, bir tenezzühgâha döner ve bir ticaretgâh olur.
Âvâre: Başıboş, boş gezen, işsiz güçsüz.
Nev'-i beşer: İnsan türü, insan cinsi, insanlar.
Semere: Netice, sonuç.
Hâmî: Koruyucu, koruyan.
Fâni: Geçici, gelip geçici, kaybolan.
Mâlik: Sahip, mal sahibi.
Bîçare: Çaresiz.
Sergerdan: Başı dönmüş, şaşkın.
İltica: Sığınma.
Kudret: Güç.
İstinad: Dayanma.
Vahşetgâh: Kokutucu ıssız yer.
Tenezzühgâh: Gezinti yeri.
Ticaretgâh: Alışveriş yeri.
Asa-yı Musa / Hüccetullah-il Baliğa Risalesi …