Değerli kardeşlerim 1. pencereden başlamak üzere 33 pencereyi sırayla ve sırayı bozmadan mütaala edelim...
Değerli kardeşlerim 1. pencereden başlamak üzere 33 pencereyi sırayla ve sırayı bozmadan mütaala edelim...
''Hazret-i Eyyüb Aleyhisselâmın zâhirî yara hastalıklarının mukabili, bizim bâtınî ve ruhî ve kalbî hastalıklarımız vardır.” (Lem’alar, İkinci Lem’a)
Otuzüçüncü Söz
Otuzüç Penceredir
[Bir cihette Otuzüçüncü Mektub ve bir cihette Otuzüçüncü Söz]
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
سَنُرِيهِمْ اَيَاتِنَا فِى اْلاَفَاقِ وَفِى اَنْفُسِهِمْ حَتَّى يَتَبَيَّنَ لَهُمْ اَنَّهُ اْلحَقُّ اَوَلَمْ يَكْفِ بِرَبِّكَ اَنَّهُ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ شَهِيدٌ
Sual: Şu iki âyet-i câmianın ifade ettiği vücub ve vahdâniyet-i İlâhiyye ve evsaf ve şuûnat-ı Rabbâniyyeye, âlem-i asgar ve ekber olan insan ve kâinatın vech-i delaletlerini, mücmel ve kısa bir Sûrette Beyânlarını isteriz. Çünki münkirler pek ileri gittiler. Ne vakte kadar وَ هُوَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ deyip, elimizi kaldıracağız? diyorlar.
Elcevab: Yazılan bütün otuzüç aded Sözler, o âyetin denizinden ve ifaza ettiği hakikat bahrinden otuzüç katredir. Onlara baksanız, cevabınızı alabilirsiniz. Şimdilik yalnız o denizden bir katrenin reşehatına işaret nev'inden şöyle deriz ki:
Meselâ: Nasılki bir zât-ı mu'ciznümâ, büyük bir saray yapmak istese: Evvelâ temellerini, esâslarını muntâzaman hikmetle vaz'eder ve ilerideki neticelerine ve gayelerine muvafık bir tarzda tertib eder. Sonra menzillere, kısımlara meharetle tefrik ve tafsil ediyor. Sonra o menzilleri tanzim ve tertib ediyor. Sonra nukuşlarla tezyin ediyor. Sonra elektrik lâmbalarıyla tenvir ediyor. Sonra o muhteşem ve müzeyyen sarayda meharetini, ihsanatını tecdid etmek için herbir tabakada yeni yeni icadlar, tebdiller, tahviller yapıyor. Sonra herbir menzilde kendi makamına merbut bir telefon rabtedip birer pencere açarak, herbirinden onun makamı görünür.
Aynen öyle de: وَلِلّهِاْلمَثَلُاْلاَعْلَى Sâni'-i Zülcelâl; Hâkim-i Hakîm, Adl-i Hakem gibi binbir Esmâ-yı kudsiye ile müsemma Fâtır-ı Bîmisâl, şu âlem-i ekber olan kâinat sarayının ve hilkat şeceresinin icadını irade etti. Altı günde o sarayın, o şecerenin esâsâtını desatir-i hikmet ve kavanin-i ilm-i ezelîsi ile vaz'etti. Sonra ulvî ve süflî tabakata ve dallara ayırıp, kaza ve kader desatiri ile tafsil ve tasvir etti. Sonra her mahlukatın her taifesini ve her tabakasını sun' ve inâyet düsturu ile tanzim etti. Sonra herşeyi, herbir âlemi; ona lâyık bir tarzda,
meselâ semâyı yıldızlarla, zemini çiçeklerle tezyin ettiği gibi, süslendirip tezyin etti. Sonra o kavanin-i külliye ve desatir-i umumiye meydanlarında Esmâlarını tecelli ettirip tenvir etti. Sonra bu kanun-u küllînin tazyikinden feryad eden ferdlere Rahman-ı Rahîm isimlerini hususî bir Sûrette imdada yetiştirdi. Demek o küllî ve umumî desatiri içinde hususî ihsanatı, hususî imdadları, hususî cilveleri var ki: Herşey, her vakit, her haceti için ondan istimdad eder, ona bakabilir. Sonra her menzilden, her tabakadan, her âlemden, her taifeden, her ferdden, herşeyden, kendini gösterecek yâni vücudunu ve vahdetini bildirecek pencereler açmış. Her kalb içinde bir telefon bırakmış. Şimdi şu hadsiz pencerelerden elbette haddimizin fevkinde olarak bahse girişmeyeceğiz. Onları ilm-i muhit-i İlahîye havale edip, yalnız âyât-ı Kur'aniyenin lemaâtı olan otuzüç pencereyi Otuzüçüncü Söz'ün Otuzüçüncü Mektubunun namazdan sonraki tesbihatın otuzüç aded-i mübarekine muvafık olmak için otuzüç pencereye icmâlî ve muhtasar bir Sûrette işaret edip, izahını sâir Sözler'e havale ederiz...
''Hazret-i Eyyüb Aleyhisselâmın zâhirî yara hastalıklarının mukabili, bizim bâtınî ve ruhî ve kalbî hastalıklarımız vardır.” (Lem’alar, İkinci Lem’a)
Birinci Pencere
Bilmüşahede görüyoruz ki: Bütün eşya, hususan zîhayat olanların pekçok muhtelif hâcâtı ve pekçok mütenevvi metâlibi vardır. O matlabları, o hacetleri, ummadığı ve bilmediği ve eli yetişmediği yerden münasib
ve lâyık bir vakitte onlara veriliyor, imdada yetiştiriliyor. Halbuki o hadsiz maksudların en küçüğüne o muhtaçların kudreti yetişmez, elleri ulaşmaz. Sen kendine bak: Zâhirî ve bâtınî hasselerin ve onların levazımatı gibi elin yetişmediği ne kadar eşyaya muhtaçsın. Bütün zîhayatları kendine kıyas et. İşte bütün onlar, birer birer, vücud-u Vâcib'e şehadet ve vahdetine işaret ettikleri gibi, heyet-i mecmuasıyla, güneşin ziyası güneşi gösterdiği gibi, o hal ve bu keyfiyet, perde-i gayb arkasında bir Vâcib-ül Vücud'u, bir Vâhid-i Ehad'i, hem gâyet Kerim, Rahîm, Mürebbi, Müdebbir ünvanları içinde akla gösterir.
Şimdi ey münkir-i câhil ve ey fâsık-ı gafil! Bu faaliyet-i hakîmaneyi, basîraneyi, rahîmâneyi ne ile izah edebilirsin? Sağır tabiatla mı, kör kuvvetle mi, sersem tesadüfle mi, âciz câmid esbabla mı izah edebilirsin?...
''Hazret-i Eyyüb Aleyhisselâmın zâhirî yara hastalıklarının mukabili, bizim bâtınî ve ruhî ve kalbî hastalıklarımız vardır.” (Lem’alar, İkinci Lem’a)
açıkça görüyoruz ki özellikle hayat sahibi olan herşeyin bir çok ihtiyacı ve talebleri var... Cenab-ı hak bu ihtiyaçları hiç ummadığımız, bilmediğimiz ve elimizin yetişemeyeceği bir yerden gönderiyor...
örneğin karpuz düşünün hiç karpuz görmemiş bir insan tahmin edebilirmiki incecik bir dal vesilesiyle sulu şerbet gibi karpuzu Allah bize ihsan ediyor... bakın hiç müdahale de edemiyoruz...
ısı, ışık... ve benzeri nimetler hiç aklımıza sığışırmıydı güneş gibi bir acube-i hilkat ile cenab-ı hak ihsan edecek...
ve hakeza.... yorumlarınızı beklerim... unutmayalım ki Bir saat tefekkür, bir sene nafile ibadetten hayırlıdır....
''Hazret-i Eyyüb Aleyhisselâmın zâhirî yara hastalıklarının mukabili, bizim bâtınî ve ruhî ve kalbî hastalıklarımız vardır.” (Lem’alar, İkinci Lem’a)
29 a gelince varım bende.
Bismillahirrahmanirrahim
Elif, Lâm, Mîm.
İnsanlar, imtihandan geçirilmeden,
sadece "İman ettik" demeleriyle bırakılıvereceklerini mi sandılar?
Do men think that they will be left alone on saying,
"We believe", and that they will not be tested?
Özür dileyerek mütalaaya başlamadan önce ben 33 söz için acizane şunları hatırlatmak isterim...
Bu risale üstad barladayken 1928-30lu yıllarda yazılmıştır...
Üstadın ifadesiyle; Otuz üç âyetin birer hakikatlerini tefsir eden "Otuz Üç Pencere"dir. Otuz üç risâle olmâya lâyık iken gayet müsta'cel bir zamanda yazıldığı için, bir veya yarım sayfalık Pencereleri birer risâle kuvvetinde ve birer risâleyi tazammun eder mâhiyetinde olduğunu gösterir. Fakat, maatteessüf, baştaki Pencereler gayet mücmel ve muhtasar kalmış, lâkin gittikçe inbisat ederek nısf-ı âhirdeki Pencereler vâzıh düşmüştür.
Küçücükte bir not eklemek isterim:
Sondakı ihtarı evvelende okuyabiliriz diye düşündüm teşvik babından...
Hayırlı mütalaalar...
Cihan dolu bela başında varken ne bağırırsın küçük bir beladan, gel tevekkül kıl;
Tevekkül ile bela yüzüne gül, ta o da gülsün. O güldükçe küçülür, eder tebeddül...
''Hazret-i Eyyüb Aleyhisselâmın zâhirî yara hastalıklarının mukabili, bizim bâtınî ve ruhî ve kalbî hastalıklarımız vardır.” (Lem’alar, İkinci Lem’a)
Evet, kâinatın envâını hikmet dairesinde insanın etrafında toplayıp bütün hâcâtına kemâl-i intizam ve inâyet ile koşturmak, bilbedâhe, iki hâletten birisidir:
Ya kâinatın herbir nev'i kendi kendine insanı tanıyor, ona itaat ediyor, muâvenetine koşuyor.
Bu ise, yüz derece akıldan uzak olduğu gibi, çok muhâlâtı intâc ediyor. İnsan gibi bir âciz-i mutlakta, en kuvvetli bir Sultân-ı Mutlakın kudreti bulunmak lâzım geliyor.
Veyahut, bu kâinatın perdesi arkasında bir Kadîr-i Mutlakın ilmi ile bu muâvenet oluyor. Demek kâinatın envâı insanı tanıyor değil; belki, insanı bilen ve tanıyan, merhamet eden bir Zâtın tanımasının ve bilmesinin delilleridir.
Ey insan, aklını başına al!
Hiç mümkün müdür ki, bütün envâ-ı mahlûkatı sana müteveccihen muâvenet ellerini uzattıran ve senin hâcetlerine "Lebbeyk!" dedirten Zât-ı Zülcelâl seni bilmesin, tanımasın, görmesin?
Ey nefsim! Bir dakika gülmeye bedel on saat ağlıyorsun.
Allah razı olsun........
''Hazret-i Eyyüb Aleyhisselâmın zâhirî yara hastalıklarının mukabili, bizim bâtınî ve ruhî ve kalbî hastalıklarımız vardır.” (Lem’alar, İkinci Lem’a)
ve lâyık bir vakitte onlara veriliyor, imdada yetiştiriliyor. Halbuki o hadsiz maksudların en küçüğüne o muhtaçların kudreti yetişmez, elleri ulaşmaz. Sen kendine bak: Zâhirî ve bâtınî hasselerin ve onların levazımatı gibi elin yetişmediği ne kadar eşyaya muhtaçsın.
mesela portakal tam kış mevsiminde grip ve benzeri vakalardan dolayı tam ihtiyacımız olan bir vakitte imdadımıza gönderiliyor.. bütün bilim adamları toplansalar portakalın kabuğunu bile yapamazken bizim zahiri ve batıni hasselerimiz kıyas edildiğinde ne kadar çok eşyaya muhtaç olduğumuz anlaşılır... bu portakal yalnız bir misal diğer nebatat ve eşyalar kıyas edilsin....
''Hazret-i Eyyüb Aleyhisselâmın zâhirî yara hastalıklarının mukabili, bizim bâtınî ve ruhî ve kalbî hastalıklarımız vardır.” (Lem’alar, İkinci Lem’a)
Şu an 1 kullanıcı var. (0 üye ve 1 konuk)