“Ölürsem dostlarım intikamımı almasınlar!”
Afyonkarahisar… Kara bir zulmün, kara zindanlara attığı, seksenine merdiven dayamış bir ihtiyarın çilesine şahitlik etmiş şehir…
Ceberut devrinin keyfî muâmeleleri 17 Ocak 1948 günü yine nüksedince, Bediüzzaman Emirdağ’daki evinden alınarak Afyon Hapishanesinin dehlizlerinde ölüme terk edilir. Ölüme terk edilmekle de kalınmaz, öldürülmek istenir ve zehirlenir. O, bu ahvâl içerisinde bile talebesi Mustafa Sungur’a derki: “Belki hayatta kalmayacağım, bütün mevcudiyetim vatan, millet, gençlik ve âlem-i İslâm ve beşerin ebedî refah ve saadeti uğruna feda olsun. Ölürsem dostlarım intikamımı almasınlar!”
Ve onunla birlikte mümtaz talebelerinin çileli hapishane imtihanları…
Medrese-i Yusufiye’ye dönüşen hapishane koğuşlarında, kararan birçok kalplerin pırıltılar saçmaya başladığı günler. Kasap Tahirler, Halil Ağalar, Çobanlarlı Ahmetler… Osman Yüksel’in tabiriyle “Said Nur, zindanları nur, gönülleri nur eyledi.”
Bu ağır şartlarda sigara kâğıtlarına yazılan risâleler, mektuplar… Elhüccetü’z-Zehrâ ve Yirmi Altıncı Lem’a’nın On Beşinci Ricası. Ve kuvve-i mâneviyeyi ayakta tutma gayretleri…
Üstadının düştüğü sıkıntılı hallere dayanamayarak, bir fırsatını bulup ona hizmet ederken yakalanan Zübeyir Gündüzalp’e çekilen falaka seansları… Hapishane duvarlarında çınlayan “Vur, vur, vur! Zalimler için yaşasın Cehennem!” nidaları…
Ve bir hukuk şaheseri olan müdafaalar:
“Sayın Hâkimler! Teessür ve ıztırap karşısında kalpten bir parça kopsa idi, bir genç dinsiz olmuş haberi karşısında o kalbin atom zerratı adedince paramparça olması lâzım gelir.”
“Yüksek mahkeme heyetinin huzurunda bilâperva onlara söylüyorum:”
“Onlar iyi bilsinler ve titresinler ki; gürültüye pabuç bırakmıyoruz.”
“Sorgu hâkimliğinde: ‘Sen Risâle-i Nur’un talebesi imişsin?’ denildi:
“Bediüzzaman Said Nursî gibi bir dâhinin şakirdi olmak liyakatini kendimde göremiyorum. Eğer kabul buyururlarsa iftiharla ‘Evet Risâle-i Nur şakirdiyim’ derim.”
Yerinde duramaz Üstad, ayağa kalkar ve “Evet evet, binine bedeldir” der.
Bu yoğun duygu ve tedâiler altında yaptık Afyon’daki okuma programımızı Lillahilhamd, liseli gençlerimizin okudukça, kalp ve dimağlarında husûle gelen inşirahları görmemek mümkün değildi.
Münâzaralı dersler safhasında, 26. Söz’ün Zeyli için Ali Şafak kardeşimize, 11. Söz için Ahmet Çete Bey’e, 7. Söz ve 23. Sözün İkinci Mebhası için Mehmet Kenar Bey’e tadı damağımızda kalan şerh ve izahları için teşekkür ediyoruz. Ayrıca, Yirmi Sekizinci Mektub’un Yedinci Meselesi’nde geçen “vakıa-i sâdıka”nın, Birinci Dünya Savaşı’ndan evvel görülmesine rağmen, Barla döneminde kaleme alınması ve normalde çocukların korktukları zaman annelerinin şefkatlerine sığınmaları lâzım iken, Bediüzzaman’ın “Ana korkma! Cenâb-ı Hakkın emridir; o Rahim’dir ve Hakîm’dir” diyerek annesinin hâmisi durumunda olması gibi hususları dikkatlerimize sunan Ömer Coşkun Bey’e ayrıca teşekkür ediyoruz.
Burada kaldığımız süre içerisinde bizlere ilgi ve alâkasını esirgemeyen Hüseyin Yüsul Ağabeyimizden ve Afyonlu hizmet erlerinden Allah ebeden razı olsun.
Gençlerimizi teşvikkâr kılmayı başaran Antalya kahramanlarından Âdem Pala ve Yunus Çavdar kardeşlere ne diyeyim ki… Allah hizmetlerinde daim eylesin İnşallah.
Cenâb-ı Hak bizi, bu kolaylıklar zamanında daha çok okuyan ve istifade edenlerden eylesin. (Âmin).
fatsahasa@hotmail.com
08.07.2009 http://www.yeniasya.com.tr/2009/07/0...ka/default.htm