+ Konu Cevaplama Paneli
1. Sayfa - Toplam 5 Sayfa var 1 2 3 ... SonuncuSonuncu
Gösterilen sonuçlar: 1 ile 10 ve 47

Konu: Adl Esmasına İntikal Etmek İçin?

  1. #1
    Ehil Üye ademyakup - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    Nov 2006
    Mesajlar
    8.211

    Standart Adl Esmasına İntikal Etmek İçin?

    nedir adalet?adalet risaleden nasıl işlenmiş..adl isminin cilveleri nelerdir..bunun üzerinde risaleden işleyelim?
    iman insanı insan eder, belki sultan eder..

  2. #2
    Ehil Üye ademyakup - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    Nov 2006
    Mesajlar
    8.211

    Standart

    ŞİMDİ ADALETİN İKİ TARİFİ VAR....Evet, adâlet iki şıktır: Biri müsbet, diğeri menfîdir.BİRİNCİSİ... Müsbet ise, hak sahibine hakkını vermektir. Şu kısım adâletin bu dünyada bedâhet derecesinde ihâtası vardır. Çünkü, "Üçüncü Hakikat"te ispat edildiği gibi, herşeyin istidad lisâniyle ve ihtiyac-ı fıtrî lisâniyle ve ıztırâr lisâniyle Fâtır-ı Zülcelâlden istediği bütün matlubâtını ve vücud ve hayatına lâzım olan bütün hukukunu, mahsus mîzanlarla, muayyen ölçülerle bilmüşâhede veriyor. Demek, adâletin şu kısmı, vücud ve hayat derecesinde katî vardır.

    İKİNCİ KISIM TARİFİ İSE;İkinci kısım menfîdir ki, haksızları terbiye etmektir. Yani, haksızların hakkını, tâzib ve tecziye ile veriyor. Şu şık ise, çendan tamamıyla şu dünyada tezâhür etmiyor, fakat o hakikatin vücudunu ihsâs edecek bir sûrette hadsiz işârât ve emârât vardır. Ezcümle, Kavm-i Ad ve Semûd'dan tut, tâ şu zamanın mütemerrid kavimlerine kadar, gelen sille-i te'dib ve tâziyâne-i tâzib, gayet âlî bir adâletin hükümran olduğunu hads-i katî ile gösteriyor. 10.SÖZ..SÖZLERDEN

    ŞİMDİ BU İKİ TARİFDEN ÇIKARAK ADALETİ ANLAMAYA ÇALIŞALIM...mesela müsbet adalette her hak sahibine hakkını vermek vardır..bir koyuna ne lazımsa onu veriyor..mesela koyuna akıl verseydi koyunun eli olamdığından yazı yazamıyacaktı..çok sıkıntı çekecekti..bunda zülüm görünecekti..mesela;her insan her ilmi anlıyamaz..kapasitesi ne kadarsa ona o kadarı verilir..kaldıramıyacağı ilim ona verilmez..verilse zülüm olur..

    diğeride azabı hak kazananlara ceza vermek..mesela birisi birini vurup .öldürüyor..adam vicdan azabına dayanamayarak ya gelip teslim olup,cezasını çekmek istiyor yada intihar ediyor...işte buna bu hak verilmezse yani cezası çektirilmezse zülüm olur...çünkü vicdanın sesi kesilmez..kesilmeyince insan dayanamaz..
    iman insanı insan eder, belki sultan eder..

  3. #3
    Ehil Üye ademyakup - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    Nov 2006
    Mesajlar
    8.211

    Standart

    Hem, adâlet ve mîzan ile iş görüldüğüne bürhan mı istersin? her şeye hassas mîzanlarla, mahsus ölçülerle vücud vermek, sûret giydirmek, yerli yerine koymak, nihayetsiz bir adâlet ve mîzan ile iş görüldüğünü gösterir. 10.söz..3.hakikat



    burdaki mizan kelimesine dikkat edelim..mizan demek ölçü manasında..ölçünün olduğu yerde adalet vardır..ve orda adl esması tecelli etmiştir..mesela;gözümüzü ,kulağımızı,elimizi,ayağımızı,beynimizi,ağzımızı hep olması gerken yerde,en mükemmel şekilde tam ölçü dahilinde yerleştirmiştir Adili hakim olan Allah ..diğer mahlukatı düşünelim..dünyanın dönmesindeki tam ölçüye..güneşin oniki gezegeniyle tam ölçülü bir şekilde uzaya yerleştirilmesiyle,tam ölçü halinde gezmesine,dönmesine bakalım..adl ismini tefekkür edelim...
    iman insanı insan eder, belki sultan eder..

  4. #4
    Ehil Üye ademyakup - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    Nov 2006
    Mesajlar
    8.211

    Standart

    Hem, her hak sahibine istidadı nisbetinde hakkını vermek, yani vücudunun bütün levâzımâtını, bekâsının bütün cihazâtını en münâsip bir tarzda vermek, nihayetsiz bir adâlet elini gösterir.YANİ VARLIĞI İÇİN NE İHTİYACI VARSA ONU VERMİŞ..MESELA;arının bal yapabilmesi için ne lazımsa vermiş..karıncayada vermiş..bülbülede hele çorap gibi yuvasını yapmasını için ,ne lazımsa vermiş..balığın suda yaşaması için ne lazımsa vermiş..insanın yeryüzünde yaşaması için ne lazımsa vermiş...daha hakeza..

    Hem, istidad lisâniyle, ihtiyac-ı fıtrî lisâniyle, ıztırâr lisâniyle suâl edilen ve istenilen her şeye dâimî cevap vermek, nihayet derecede bir adl ve hikmeti gösteriyor. BURDADA ÜÇ NEVİ DUAYA CEVAP VEREREK ADALETİ GÖSTERMİŞ..kim ne istemişse ,o istediği onun için gerekliyse vermiş ona...çekirdek ağaç olmak istemiş...ağaç olarak yaratmış..yumurta civciv olmak istemiş..vermiş..su çok yer kaplamak istemiş..demiri parçalayarak isteğini vermiş..
    iman insanı insan eder, belki sultan eder..

  5. #5
    Ehil Üye ademyakup - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    Nov 2006
    Mesajlar
    8.211

    Standart

    Ve bu manalarla bakınca kainatı adl esması kaplamış..elbette birisi varki adaletini bize gösteriyor..yoksa bu adaletle iş görmek sağır,cansız,akılsız kanunlar denilen tabiatın,serseri tesadüfün işi olamaz...demek Allah var ve adaletiyle iş görüyor..demek ahirette var..azabı hakedenlere cezasını ve mükafatı hak edenlerede mükafatını verecektir.




    Şimdi, hiç mümkün müdür ki, böyle en küçük bir mahlûkun, en küçük bir hâcâtının imdadına koşan bir adâlet ve hikmet, insan gibi en büyük bir mahlûkun bekâ gibi en büyük bir hâcetini mühmel bıraksın, en büyük istimdâdını ve en büyük suâlini cevapsız bıraksın; Rubûbiyetin haşmetini, ibâdının hukukunu muhâfaza etmekle, muhâfaza etmesin? Halbuki, şu fânî dünyada kısa bir hayat geçiren insan, öyle bir adâletin hakikatine mazhar olamaz ve olamıyor. Belki bir mahkeme-i kübrâya bırakılıyor. Zîrâ, hakiki adâlet ister ki, şu küçücük insan, şu küçüklüğü nisbetinde değil, belki cinâyetinin büyüklüğü, mahiyetinin ehemmiyeti ve vazifesinin azameti nisbetinde mükâfat ve mücâzât görsün. Mâdem, şu fânî, geçici dünya, ebed için halk olunan insan hususunda öyle bir adâlet ve hikmete mazhariyetten çok uzaktır; elbette, Âdil olan o Zât-ı Celîl-i Zülcemâlin ve Hakîm olan o Zât-ı Cemîl-i Zülcelâlin dâimî bir Cehennemi ve ebedî bir Cenneti bulunacaktır.
    iman insanı insan eder, belki sultan eder..

  6. #6
    Ehil Üye ademyakup - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    Nov 2006
    Mesajlar
    8.211

    Standart

    ve ism-i Adl ve Âdilin bir cilvesi olan fiil-i tevzin ve mizan;30.lema..birinci nükte.İŞTE BU CÜMLEDE ADL İSMİNİN CİLVESİ,KAİNATTAKİ CİLVESİ MİZANDIR.TEVZİNDİR..mizan ile tevzin aynı manaya geliyor.herşeyde bir ölçü,bir denge var...bir ilacda bile ölçü var..ilaçda bile adl isminin cilvesi var..şimdi BU MANA İLE İNCELEYELİM KAİNATI VE ARTIK İNTİKAL EDELİM ADL ESMASINA...

    BİZE BU LİNKTEKİ KONU YARDIMCI OLUR..yeterki anlıyalım..bu linkteki konuyu iyice anladıktan sonra etrafa bakalım..herşeyde adaletin cilveleri var...http://www.risaleara.com/oku.asp?id=1524
    iman insanı insan eder, belki sultan eder..

  7. #7
    Ehil Üye HüZnÜ HaZan - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    Aug 2008
    Mesajlar
    4.452

    Standart

    Alıntı ademyakup Nickli Üyeden Alıntı Mesajı göster
    ŞİMDİ BU İKİ TARİFDEN ÇIKARAK ADALETİ ANLAMAYA ÇALIŞALIM...mesela müsbet adalette her hak sahibine hakkını vermek vardır..bir koyuna ne lazımsa onu veriyor..mesela koyuna akıl verseydi koyunun eli olamdığından yazı yazamıyacaktı..çok sıkıntı çekecekti..bunda zülüm görünecekti..mesela;her insan her ilmi anlıyamaz..kapasitesi ne kadarsa ona o kadarı verilir..kaldıramıyacağı ilim ona verilmez..verilse zülüm olur..
    Yani o zaman alemde mutlak eşitlik olsaydı adaletsizlik mi olurdu..?


    Hur bajo,Kur bajo
    Ga mêşine...








    Kendini tevil et!...






  8. #8
    Ehil Üye Majâz - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    Jun 2007
    Mesajlar
    1.707

    Standart

    hakkınızı helal edin...olduğu gibi buraya ekliyorum...

    Risale-i Nur'da Adalet Kavramı ve Ontolojisi

    PROF. DR. COLIN TURNER

    Bizlerin adalet kavramı algılayışları, büyük oranda, Aydınlanma projesinin ahlakî kavramları ve onları ifade eden dili yeniden kurgulayışının varisleri olan modernitenin çocukları olarak yaşadığımız tecrübelerle şekillenmiştir.

    Alasdair MacIntyre'ın da iddia ettiği gibi Aydınlanma, bize 'hayat, özgürlük ve saadet arayışı' gibi idealleri veren ve iyilik, doğruluk ve adalet gibi ahlakî kavramları yeniden tanımlayan bir dönem olarak yüceltilmiştir. MacIntyre özellikle Aydınlanma projesinin ahlakîliği bir taraftan onu insan doğası algılayışının üzerine rasyonel olarak yerleştirirken diğer taraftan onu her türlü erekbilimsel (teleolojik) destekten arındırmak suretiyle doğrulama gayretine girişmesini eleştirir. Doğal bilimler Aristocu erekbilim yaklaşımının fizik ve biyoloji alanlarındaki geçersizliğini ispat ettiğinden Aydınlanma filozofları aynısını ahlak teorisi için de yapabileceklerini düşünmüşlerdi. Sonuçta ellerinde kalan bir taraftan doğrulamak istedikleri özel bir Hıristiyan burjuva ahlakı, diğer taraftan da insan doğasının gerçekliğine dair yine özel bir anlayıştı. Baskın olarak seküler çevrelerde yetişmiş insanlar olarak bizler dilbilimci Uwe Poerksen'in modüler dilin 'tiranlığı' adını verdiği olayla sürekli karşı karşıyayızdır. Aslında 'itina' veya 'refah' veya 'yaşam kalitesi' diye bir şey yoktur; ama bu sözler gerçek manaları hiçbir zaman sorgulanmadığı halde pek çok insan için güzel ve faydalı manalar işmam ederler. Adalet de böyle bir sözdür.

    Allah, insan ve mahlûkata adaletin ne olduğu üzerinde edinilmiş kavramlarımızın prizmasından bakmak yerine Allah'ın, O kendini adlandırdığı üzere Âdil olduğu öncülünden başlayarak bunun genelde kâinat için özelde de insan için ne tür sonuçları olduğunu araştıracağız. İlk işaretimizi İnfitar Sûresi'nin 6-8 ayetlerinden (Ey insan! İhsanı bol Rabb'ine karşı seni aldatan nedir? O Allah ki seni yarattı, seni düzgün ve dengeli kılıp, adaletli bir biçim verdi sana. Seni herhangi şekilde istediyse öylece bir araya getirdi.) alarak ve buradan edindiğimiz 'adala'nın ayırıcı vasfının 'şeyleri doğru yerlerine koymak' olduğu gözlemiyle 'Âdil ism-i ilâhisinin farklı ve fakat irtibatlı üç dairesindeki işleyişine bakacağız. Birinci daire Allah ile umum mahlukat arasındaki ilişki dairesi; ikinci daire Allah ile özelde insan arasındaki ilişki dairesi ve üçüncü daire de insanın diğer insanlarla kurduğu ilişkiler dairesidir.

    Çatışma ve çelişki mi; denge ve mevzuniyet mi?

    Birinci daireye bakalım. Tekvinî yönüyle adaletin varoluşsal gerçekliği birbiriyle ilişkili iki gayeye hizmet eder. Öncelikle zahirî çift-kutuplulukların ve birbirini tamamlayan zıtlıkların üretilmesiyle infirak ve infiradın (farklılaşma ve ferdiyet oluşumu) var oluşunu sağlar. Aydınlık ve karanlık, iyilik ve kötülük, gündüz ve gece, doğum ve ölüm, inşa ve tahrip, Cennet ve Cehennem, güzellik ve çirkinlik -bazıları harici bir gerçekliğe sahip olsalar da harici bir varlığa sahip olmayan, bütün bu karşılıklı bağımlı çiftler ve birbirlerini tamamlayan zıddiyetler- açık bir gaye için vardırlar. Küfrün gözü bu ikiliklerin varlığında çatışma ve çelişkiden başka bir şey görmezken, ilhamını Kur'an-ı Kerim'den alan Bediüzzaman, bunlarda denge ve mevzuniyetten başka bir şey görmemektedir.

    Şimdi ikinci ve adaletin daha önemli olan gayesine gelmiş bulunuyoruz. Adaletin meyveleri olan muvazene ve mizan, bu farklılık ister gerçek isterse zahirî olsun, ancak farklı şeyler arasında olabilir. Ve çeşitlilik ve çoğulluk sadece ve sadece bir tek gaye için vardır ve bu da varlığın kendi gerçekliğini kavramamızı sağlamaktır. Zira var oluş tedricî, merhaleli ve infiradî olmasaydı, başka bir deyişle birbirine İlahî adalet aracılığıyla muvazene ve mizanla bağlanmış farklı şeyler şeklinde olmasaydı, onu algılamamız da mümkün olmazdı. Yaratılmış şeylerin çeşitliliği, birbirini tamamlayan zıddiyetlerin üretilmesi ve tevhid içinde var olan çoğulluk varlığın bilinebilmesi için oradadır.

    Adaletin işlediği ikinci dairede, Hâlık-mahlûk ilişkisi, özelde de insan ile Allah arasındaki ilişki çok yönlüdür; ancak sadece ikisiyle özetle ilgileneceğim. Bunlardan ilki insanın Allah'ın yeryüzündeki halifesi -temsilcisi- olması ve bu anlamda İlahi emaneti yüklenme sorumluluğu ile ilgili. İnsanın sorumluluğu bu İlahi isimlerin zannî sahipliğinden feragat ederek onlara Yaratıcı'mızın yansıtılmalarını istediği şekil üzere ayinedarlık yapmaktır. Bediüzzaman'ın Ene Risalesi'nde açıkladığı gibi insana, bunları varlık muammasının çözülmesi gayretinin bidayetinde kıyaslama yapabilmesi için Evsaf-ı İlahiye'nin numuneleri veya suretleri lütfedilmiştir. Nursi'nin söylediği üzere insan imar ettiği bir eve bakar ve kendini bir mimar olarak görür; sonra kâinata bakar ve kendisi kendi evinin mimarı olduğuna göre bu kainatın da bir Büyük Mimarı olması gerektiği sonucuna varır.

    Esma-i İlahiye'nin bu sunulması ve yansıtılmasında adalet kavramı anahtardır. Çünkü tıpkı çoğulluğun ve çoğulluk yoluyla intizamın ortaya çıkışını sağlayan İlahî adalet gibi insanda da adalet, Emanet sorumluluğunu Allah'ın rızası üzerine yerine getirebilmesini sağlayan araçları sağlar. Adem-i adalet üzere amel etmek, başka bir ifadeyle Esma-i İlahiye'nin sahipliğinden feragati reddetmek kaosa, mizansızlığa, muvazenesizliğe, intizamsızlığa ve modern ifadenin gerçek anlamıyla zulme yol açacaktır. Bu, küfrü intihab etmekten başka bir şey değildir ve küfrü intihab etmek de sadece kendi kendini değil ille-i gayesi Allah'ı tesbih etmek olan bütün bir mevcudatı tahkir etmek demektir. Ve kâinatı bu şekilde aşağılamak, Bediüzzaman'ın net ifadelerle anlattığı üzere zulümlerin en büyüğüdür.

    Yaygın algılayışa göre, özellikle de bu kelimelerin modern yorumları kabul edildiğinde, adaletin antitezi zulümdür. Adalet ve zulüm terimleri klasik anlamlarıyla da birbiriyle zıt kutuplarda olmakla birlikte, insan davranışında adaletin nakıs olması durumunu tanımlayan daha uygun bir kelimenin ilhad olduğu iddia edilebilir. A'raf Sûresi'nin 180'inci ayeti, bize en güzel isimlerin (el-esmâü'l-hüsnâ) Allah'a ait olduğunu ve O'na bu isimlerle yakarmamız gerektiğini anlatır. Adaletin insanın Allah'la olan ilişkisine bakan dairesiyle ilgili Bediüzzaman'ın vurguladığı ikinci yön Allah'ın adaletinin asla keyfî olmadığı hakikatidir. Doğrusu şu ki; Said Nursi, adaletten bahsettiği her yerde hikmet ve kudret kelimelerini de zikreder. Bu, özellikle adaletsiz addettiğimiz olay ve durumlarla alakalı olarak önemli bir tespittir. Birkaç yıl önce birkaç saat içinde 300.000 kişinin ölümüyle sonuçlanan tsunami felaketi gerçekleştiğinde dünyanın benim bulunduğum kısmındaki en yaygın tepkilerden biri -buna bazı sözde inançlılarınki de dahil- şu şekildeydi: "Allah böyle bir şeyin olmasına nasıl müsaade etti?" "Böyle bir şeyi yapan bir Allah'a adil denilebilir mi?" Böyle olaylar vuku bulduğunda Allah'ın adaletinden şüpheye düşenlere verilecek yontulmamış dürüstlükte bir cevap şu olurdu: "Mahlûkatın O'na ait olduğu gerçeği onunla istediğini yapabileceği anlamına gelmiyor mu?" Dünyada her gün 300.000 insan ölüyor, buna kimsenin bir itirazı yok. Ama bu birkaç saat içinde olunca Allah'ı sorgulamaya başlıyorlar.

    Adalet, hikmet ve kudretle eşzamanlı işler

    Demek ki adalet keyfî değildir ve hikmet ve kudretle eşzamanlı olarak işlemektedir. Nursi'nin de söylediği gibi her şey adalet ve mizanla yapılmaktadır. Ve bu, hayatımızda başımıza gelen ve ilk bakışta bizim için şer olduğunu zannettiğimiz; ama üzerlerinde derinlemesine tefekkür edersek bizim iyiliğimiz için olduklarını fark edeceğimiz olaylar için de geçerlidir. Şerrin görece olduğu hakikatinin üzerine Allah'ın insanı her çeşitten sıkıntılarla imtihan etme hususundaki iradesini ekleyin, Allah'ın adalet edimlerinin arkasındaki hikmet daha da vazıh hale gelecektir. Adaletin işlediği veya işlemesi gerektiği üçüncü daire insanın kendi türünden olanlarla muhataplığı dairesi, yani beşeriyet ve sosyal ilişkiler dairesidir. Bu daire modern adalet kavramlarımızın -tevziî adalet, karşılıklı adalet ve saire- en uygun düştüğü dairedir. Bu dairenin düzenlenmesi ve insanın diğer insanlara adaletle muamelede bulunmasını temin için Allah bizi sadece kevnî kanunları -şeriat-ı tekvinî- değil aynı zamanda Hazreti Peygamber'in pratiğinde zirveye ulaşan şer'î kanunları -şeriat-ı taşri'î- ve Hazreti Muhammed'in sünnetini takip etmeye davet etmiştir. Adaletin ve onun antitezi olan ilhadın gerçek doğalarını kavrayamamaları onları intizam ve muvazenenin sırat-ı müstakiminden dâllîn ve mağdubi aleyhimin yan yollarına saptırmak için ayartmaktadır. Bu, mümkün olan en iyi dünyadır; Allah olan bir şeyi onaylamasa da onu murad etmiştir ve O'nun murad ettiği şey beşer için mümkün olan en iyi durum olmak zorundadır. Mükemmel bir dünya, özellikle de kemali yokluğun ademi olarak anlayacaksak, aslında bir oksimorondur. Zira dünya, özellikle de orada bulduğumuz yokluklar ve adem yüzünden dünyadır. Ki bunlar da eşyanın infiradını sağlarlar ve varlıkları Kemal-i Etemm Sahibi ve kudret eli her şeyin içinde işleyen bir Zat'ın varlığını izhar etmeye yarar. Bunu anlama kifayetsizliği pek çok Müslüman'ın adalet kavramını yanlış anlamasına ve onu sadece sosyo-politik düzeye uygulamalarına yol açmıştır.

    Bediüzzaman, bir ütopyacı değil bir gerçekçidir. Onun yolu inancın bireysel seviyede tekâmülünü öngörüyordu. Bu yol devrimden çok evrimin yolu; Müslüman toplumu tavandan tabana değil, tabandan tavana yöntemiyle kurma yoludur. Ve yine onun yolu, ister insanın Allah'la olan ilişkisi seviyesinde, isterse insanın diğer insanlarla olan ilişkisi seviyesinde olsun, "festakim kemâ umirt"in yoludur. Bediüzzaman, İslam'ı bir yönetim problemine indirgeme hatasını yapmadı. Onun için İslam, Rabb'in karşısındaki ferdî bir sorumluluk meselesidir. Bireysel seviyede içselleştirilmiş bir adalet olmaksızın sosyal adalet imkânsızdır. Bugün İslam dünyasının dört bir köşesinde Müslümanlar 'Hazreti Peygamber'in altın çağı' denilen dönemi yeniden var edebilmek için 'Medine hayalleri' kuruyorlar. Ama bunu yaparken gerçek adalet dersinin öğretildiği Mekke döneminin zorluklarına katlanmak da istemiyorlar. Bu anlamda Bediüzzaman bizi Mekke'ye geri çağırıyor; çünkü bir defa Mekke tecrübesi yaşandı mı Medine kendi başının çaresine bakacaktır.

    İşte burada oturuyorum, yaşlı bir örümcek, sabırla
    bir sözü bir ötekinin ardına diziyor,
    bütünün bir anlamı olacağını umarak,
    bir vahiy, bir ebedi kesinlik
    ya da bir mükemmeliyet kazası
    her yaşamda olduğu gibi nasılsa.

    ...




  9. #9
    Ehil Üye HüZnÜ HaZan - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    Aug 2008
    Mesajlar
    4.452

    Standart

    Tekvinî yönüyle adaletin varoluşsal gerçekliği birbiriyle ilişkili iki gayeye hizmet eder. Öncelikle zahirî çift-kutuplulukların ve birbirini tamamlayan zıtlıkların üretilmesiyle infirak ve infiradın (farklılaşma ve ferdiyet oluşumu) var oluşunu sağlar. Aydınlık ve karanlık, iyilik ve kötülük, gündüz ve gece, doğum ve ölüm, inşa ve tahrip, Cennet ve Cehennem, güzellik ve çirkinlik -bazıları harici bir gerçekliğe sahip olsalar da harici bir varlığa sahip olmayan, bütün bu karşılıklı bağımlı çiftler ve birbirlerini tamamlayan zıddiyetler- açık bir gaye için vardırlar.
    Yani kainatta aslında eşitlik yoktur ama mutlak adalet vardır...
    Eğer kainattaki bütün varlıklar eşit olarak yaratılsaydı evren homojen bir yapıda olur ve hiç bir şeyin kıymeti bilinmezdi..


    Hur bajo,Kur bajo
    Ga mêşine...








    Kendini tevil et!...






  10. #10
    Yasaklı Üye Ene-Zerre - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    Jul 2007
    Bulunduğu yer
    Kainat Mescidi...
    Mesajlar
    2.452

    Standart

    Mesela zayıf birine 30,kuvvetli birine 50 kglık bir yük taşıtılsa bu adaletsizlik degil tersine tam tamına adalet olur..Bu bakımdan ademyakup abinin dedigi gibi "mizan" -diger esma gibi,şuunat gibi- adaletin tevzininde nazara alınır.Mesela bu konuda üstad hazretleri şöyle der:

    İ’lem Eyyühel-Aziz! Şeytanın ilka etmekte olduğu vesveselerden biri:

    “Yahu, şu koyun veya inek, eğer Kadîr ve Alîm-i Ezelî’nin nakşı, mülkü olmuş olsa idi; bu kadar miskin bîçare olmazlardı. Eğer bâtınlarında, içlerinde Alîm, Kadîr, Mürîd bir Sâni’in kalemi çalışmış olsaydı, bu kadar cahil, yetim, miskin olmazlardı.” diyen ve cinnî şeytanlara üstad olan ey şeytan-ı insî!

    Cenab-ı Hak, her şeye lâyıkını veriyor ve maslahata göre veriyor. Eğer atâsı, in’amı bu kaideden hariç olsa idi, senin eşeğinin kulağı senden ve senin üstadlarından daha akıllı, daha âlim olması lâzımdı. Ve senin parmağın içinde senin şuur ve iktidarından daha çok bir şuur, bir iktidar yaratırdı. Demek her şeyin bir haddi var. O şey, o had ile mukayyeddir.

    Kader, her şeye bir mikdar ve o mikdara göre bir kalıb vermiştir. Feyyaz-ı Mutlak’tan aldığı feyze olan kabiliyeti o kalıba göredir. Malûmdur ki, dâhilden harice süzülen cüz-ü ihtiyarî mizanıyla, ihtiyaç derecesiyle, kabiliyetin müsaadesi ile hâkimiyet-i esmanın nizam ve tekabülüyle feyz alınabilir. Maahaza, şemsin azametini bir kabarcıkta aramak, akıllı olanın işi değildir."

    Mesnevi-i Nuriye

    Demekadalet fıtrata göredir.İ.Şafii(r.a.) Er Risale'de adaleti "Allah'ın emrine uygun amel" diye isimlendirir.Adaletin zıddı da "zulümdür".Bu bakımdan fıtrata uygun olmuyan amel de adaletsizliktir..

+ Konu Cevaplama Paneli

Konu Bilgileri

Users Browsing this Thread

Şu an 1 kullanıcı var. (0 üye ve 1 konuk)

     

Benzer Konular

  1. Allah İçin Sevmek-Buğz Etmek(Nefret Etmek)
    By Ene-Zerre in forum Hadis-i Şerifler
    Cevaplar: 3
    Son Mesaj: 29.06.09, 12:54
  2. Fettah Esmasına İntikal Etmek İçin?
    By ademyakup in forum Risale-i Nur'dan Vecize ve Anekdotlar
    Cevaplar: 23
    Son Mesaj: 21.03.09, 15:24
  3. İmanı Muhafaza Etmek İçin Neler Yapılmalı
    By trencibaba in forum İslami Konular ve İman Hakikatleri
    Cevaplar: 1
    Son Mesaj: 11.11.08, 22:47
  4. DeepFreeze 5.70 Full - Virüsleri Yok Etmek İçin...
    By ahmetsait59 in forum Program İndirme
    Cevaplar: 1
    Son Mesaj: 10.10.06, 16:09
  5. Tevbe Etmek İçin Neyi Bekliyoruz?
    By dertas in forum Sahabeler ve Sünnet-i Seniyye
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 08.08.06, 17:49

Bu Konudaki Etiketler

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Var
Google Grupları
RisaleForum grubuna abone ol
E-posta:
Bu grubu ziyaret et

Search Engine Friendly URLs by vBSEO 3.6.0