Ve insan olan bir insandan sor....bak nasıl bütün Esmâ-i Hüsnâyı okuyor ve cephesinde yazılı. ...
ve, iman insanı insan yapar..
sual: insan olan insan kim?
nasıl insanı insan yapar?
Ve insan olan bir insandan sor....bak nasıl bütün Esmâ-i Hüsnâyı okuyor ve cephesinde yazılı. ...
ve, iman insanı insan yapar..
sual: insan olan insan kim?
nasıl insanı insan yapar?
TARİHİN ÇAĞLARINDAN...
SÜZÜLEREK GELEN....
ÇAĞA BOMBA GİBİ İNEN NUR...
RİSALE-İ NUR....
sual: insan olan insan kim?
Kendine baktığı zaman Rabbinin isimlerini okuyabilen kimsedir. Yani kendi varlığının Allah'ın vacib-ül Vücuduna ve bütün isimlerine bağlı olduğunu derk etmekle insan insan olur ve bu isimlerin muktezası ile amel ederek de insanlık şuuruna erer.
"Ey kendini insan bilen insan! Kendini oku. Yoksa, hayvan ve câmid hükmünde insan olmak ihtimâli var." 33. söz
Biri de insaniyettir. Bu ise, zeval ve beka arasında mütereddittir. Dâim-i Bâkînin zikriyle muhafazası lâzımdır." mes. nur
nasıl insanı insan yapar?
İnsan bünyesinde bütün mevcudatın özelliklerini taşıdığı için hepsi olabilme kapasitesindedir. Halbuki ondan bütün bunlar içinde muhatab-ı iLahi olma keyfiyetine haiz olma anlamında donanımlarla donatılmıştır. Bu da baskın özelliği ne ise ona göre cereyan eder. Bunların devreye girmesi ise iman intisabı ile mümkündür. O halde insan imani intisabi ile kendinden beklenen makama uruc eder ve insanlığını muhafaza ve reakki ettirerek ebedi alemde bu rütbesi ile müşerref vemüreffeh olur.
"insanın vücudunda birkaç daire vardır. Çünkü, hem nebatidir, hem hayvanidir, hem insanidir. Hem imanı tezkiye muamelesi bazan tabaka-i imaniyede olur. Sonra tabaka-i nebatiyeye iner. Bazan da yirmi dört saat zarfında her dört tabakada muamele vaki olur. İnsanı hata ve galata atan, bu dört tabakadaki farkı riayet etmemektir." mes. nur.
Allah (c.c) hep 12'den vurur.
Insan olan bir insandan sor
ve
insanı insan yapan iman olmadan insan insan değil mi?
TARİHİN ÇAĞLARINDAN...
SÜZÜLEREK GELEN....
ÇAĞA BOMBA GİBİ İNEN NUR...
RİSALE-İ NUR....
İkincisi: tabirinden anlaşılıyor ki, imanı olmayanın nastan addedilmemesi lazımdır. Ancak tabiri mü'minlere mahsustur. Bu da, ya imanın hasiyetiyle insaniyetin hakikati mü'minlere mahsustur; veya imansız olanlar, insaniyetin mertebesinden sukut etmişlerdir.
Yani, "Bizler nasihatleri kabul etmiyoruz. Pu miskinlerin cemaatine nasıl gireceğiz? Bizim gibi ashab-ı cah ve mertebe, onlara kıyas edilemez." -1- nefislerini tezkiye, mesleklerini terviç, nasihatten istiğna, mağrurane dava şeklinde müdafaa etmelerine işarettir. İnkari bir istifhamı ifade eden -2- kelimesi, onların cehalette gösterdikleri temerrüt ve inada işarettir. Sanki onlar istifham ile nasihat edene soruyorlar ki: "Mesleğimizi terk etmemize senin vicdanın razı olup insafın kabul eder mi?"
İ.İcaz..
Yâ Rab, garibem, bîkesem, zaîfem, nâtüvânem, alîlem, âcizem, ihtiyarem,
Bî-ihtiyarem, el-aman-gûyem, afv-cûyem, meded-hâhem, zidergâhet İlâhî!
c.h.insana bir sürü kabiliyetler vermiştir.akıl,duygular,ene...
ve bunları bitkiye hayvana vermemiş..veya bizi bir taş olarak yaratmamış.O zaman insanın diğer varlıklardan farklı olarak verilen bu kabiliyetlerin neden verildiğini sorgulaması gerekiyor..
çünkü kainatta bütün varlıklar zerreden şemse kadar vazifelerini kendilerine belirlenen şekliyle yapıyorlar.mesela;inek bir gün bile süt vermemezlik yapmıyor,güneş her gün doğuyor..insan daha çok kabiliyetlere sahipken başı boş mu yaşamalı,yada sadece kendi istekleri içinmi yaşamalı..
23.söz bu konuda iyi bir kaynak.
Evet, fıtraten ebediyeti isteyen ve ebed için halk olunan ve ezelî ve ebedî bir Zâtın aynası olan ve nihayetsiz derecede nâzik ve letâfetli bulunan zîşuur bir sırr-ı insanî, zînur bir latîfe-i Rabbâniye, şu kasâvetli, ezici ve sıkıntılı, geçici ve zulümâtlı ve boğucu olan ahvâl-i dünyeviye içinde, elbette teneffüse pekçok muhtaçtır. Ve ancak namazın penceresiyle nefes alabilir.
Hayvâniyettençık, cismâniyeti bırak, kalb ve ruhun derece-i hayatına gir. Tevehhüm ettiğin geniş dünyadan daha geniş bir daire-i hayat, bir âlem-i nur bulursun. İşte o âlemin anahtarı, marifetullah ve vahdâniyet sırlarını ifade eden Lâ ilâhe illâllah kelime-i kudsiyesiyle kalbi söylettirmek, ruhu işlettirmektir.(zühre)
sanırım "insan" olma mertebesi,kalb ve ruhun derece-i hayatına girme ile alakalı,diğer türlü insan cisim olarak bir hayvandan farklı değildir,yiyen içen,ihtiyaçlarını gören,yatan kalkan bir varlık..Beyt-i Hüda olan kalbini ve "ruh-i insaniyi"keşfedemiyorsa sanırım insan olan insan olamamıştır..Rabbim öyle eylesin beni ve arzu edenleri..
iman insanı insan eder, belki sultan eder..
Ey sersem nefsim ve ey pürheves arkadaşım! Âyâ, zannediyor musunuz ki, vazife-i hayatınız yalnız terbiye-i medeniye ile güzelce muhâfaza-i nefs etmek, ayıp olmasın, batın ve fercin hizmetine mi münhasırdır? Yahut, zannediyor musunuz ki, hayatınızın makinesinde derc edilen şu nâzik letâif ve mâneviyât ve şu hassas âzâ ve âlât ve şu muntazam cevârih ve cihazât ve şu mütecessis havâs ve hissiyâtın gâye-i yegânesi, şu hayat-ı fâniyede, nefs-i rezîlenin, hevesât-ı süfliyenin tatmini için istimâline mi münhasırdır? Hâşâ ve kellâ! Belki, vücudunuzda şunların yaratılması ve fıtratınızda bunların gâye-i idhâli, iki esastır:
Biri: Cenâb-ı Mün'im-i Hakikînin bütün nimetlerinin her bir çeşitlerini size ihsâs ettirip şükrettirmekten ibârettir. Siz de hissedip şükür ve ibâdetini etmelisiniz.
İkincisi: Âleme tecellî eden esmâ-i kudsiye-i İlâhiyenin bütün tecelliyâtının aksâmını, birer birer, size o cihazât vâsıtasıyla bildirip, tattırmaktır. Siz dahi, tatmakla tanıyarak, İmân getirmelisiniz.
İşte, bu iki esas üzerine, kemâlât-ı insaniye neşv ü nemâ bulur; bununla, insan, insan olur.
Evet, fıtraten ebediyeti isteyen ve ebed için halk olunan ve ezelî ve ebedî bir Zâtın aynası olan ve nihayetsiz derecede nâzik ve letâfetli bulunan zîşuur bir sırr-ı insanî, zînur bir latîfe-i Rabbâniye, şu kasâvetli, ezici ve sıkıntılı, geçici ve zulümâtlı ve boğucu olan ahvâl-i dünyeviye içinde, elbette teneffüse pekçok muhtaçtır. Ve ancak namazın penceresiyle nefes alabilir.
İnsan,nur-u İmân gözlüğüyle bakarsa, insanların kâinat sergisinde teşhir edilen garip, acip kudretin mucizelerini görmek ve mütalâa etmek için Sultan-ı Ezeli tarafından gönderilmiş mütalâacı olduklarını anlar. Ve bunlar o mucizenin derece-i kıymet ve azametine ve Sultan-ı Ezelinin azametine derece-i delâletlerine kesb-i vukuf ettikleri nisbetinde derece ve numara aldıktan sonra, yine Sultan-ı Ezelinin memleketine dönüp gideceklerini anlar ve bu anlayış nimetini kendisine îras eden İmân nimetine "Elhamdü lillâh" diyecektir.
Evet, fıtraten ebediyeti isteyen ve ebed için halk olunan ve ezelî ve ebedî bir Zâtın aynası olan ve nihayetsiz derecede nâzik ve letâfetli bulunan zîşuur bir sırr-ı insanî, zînur bir latîfe-i Rabbâniye, şu kasâvetli, ezici ve sıkıntılı, geçici ve zulümâtlı ve boğucu olan ahvâl-i dünyeviye içinde, elbette teneffüse pekçok muhtaçtır. Ve ancak namazın penceresiyle nefes alabilir.
Şu an 1 kullanıcı var. (0 üye ve 1 konuk)