+ Konu Cevaplama Paneli
Gösterilen sonuçlar: 1 ile 2 ve 2

Konu: Altı Cihet...

  1. #1
    Müdakkik Üye m_safiturk - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    Apr 2007
    Mesajlar
    773

    Standart Altı Cihet...

    Altı Cihet…

    Risale-i Nur’un dersini ekser verdiği usul hidayet ve dalalet mukayeseleriyle hak ve hakikate olan insaf meylini isale etmek üzeredir..İmtihan bir tercih ile tecrübe olduğundan..Hilkati kainat ve hayattan maksad iman ve İslamiyet itaat gibi esaslar olduğundan ..kalplerde ve zihinlerde meseleyi hakim kılmak için..Vakanın geçtiği alan keşfedilip tarif edilir…

    Bu ders de İnsanın mahiyeti maneviyesinde Altı cihetin özellikleri ve insanın o cihetlerle olan munasebetleri..alış verişi ile birlikte zulmani perdelerin nurani perdelerle yer değiştirmesi ile cihetlerin hakikatleri gösterilir…Bu altı cihet nazarı, büyük bir tarifnamenin çözümcü analiz kabiliyetidir…

    Bir anlamda..Eşyanın mahlukatın mevcudatın masnuatın bu altı cihete bakan istidatları bulunur..Bu münasebetle onların hakikatları vazifeleri manaları alakaları alemdeki yerlerindeki anlam keşfedilir ve aslı hilkatlerindeki gaye tahakkuk eder…

    Şimdi 17. Sözdeki derse geçmeden evvel…Altı cihete bir zaviye ile bakmakta evvel bu bab hatıra geldi ..”Elhamdulillah” hakikatini anlatırken..Yukarıda da ifade edildiği gibi..iman ve küfür müvazeneleriyle..Aklı kalbi ruhu vicdanı istikamete davet edip..insaf ve itikada nurun muhkem tesisindeki amele-i fikriyesinde der ki;




    “””İKİNCİ BAB

    Bu İkinci Bab, "Elhamdü lillâh" hakkındadır.

    İkinci Bab ile tâbir edilen şu risalecikte "Elhamdü lillâh" cümlesini insanlara dedirten imanın sonsuz fayda ve nurlarından, yalnız dokuz tane beyan edilecektir.

    Birinci nokta:

    Evvelâ iki şey ihtar edilecektir.


    1. Felsefe, herşeyi çirkin, korkunç gösteren siyah bir gözlüktür. İman ise, her şeyi güzel, ünsiyetli gösteren şeffaf, berrak, nuranî bir gözlüktür.


    2. Bütün mahlûkatla alâkadar ve herşeyle bir nevi alışverişi olan ve kendisini abluka eden şeylerle lâfzan ve mânen görüşmek, konuşmak, komşuluk etmeye hilkaten mecbur olan insanın sağ, sol, ön, arka, alt, üst olmak üzere altı ciheti vardır.


    İnsan, mezkûr iki gözlüğü gözüne takmakla, mezkûr cihetlerde bulunan mahlûkatı, ahvâli görebilir.


    Sağ cihet: Bu cihetten maksat, geçmiş zamandır. Binaenaleyh, felsefe gözlüğü ile sağ cihete bakıldığı zaman, mâzi ülkesinin kıyameti kopmuş, altı üstüne çevrilmiş, karanlıklı, korkunç, büyük bir mezaristanı andıran bir şekilde görünecektir. Ve bu görünüşte insan pek büyük bir dehşete, vahşete, meyusiyete maruz kaldığında şüphe yoktur.


    Fakat iman gözlüğüyle o cihete bakıldığı zaman, hakikaten o ülkenin altı üstüne çevrilmiş bir şekilde görünürse de, fakat can telefi yoktur. Mürettebatı, sâkinleri daha güzel, nuranî bir âleme nakledilmiş oldukları anlaşılıyor. Ve o kabirler, çukurlar da, nuranî bir âleme girmek için kazılan yeraltı tünelleri şeklinde telâkki edilecektir. Demek imanın insanlara verdiği sürur, ferahlık, itmi'nan, inşirah, binlerce "Elhamdü lillâh" dedirten bir nimettir.


    Sol cihet: Yani, gelecek zamana, felsefe gözlüğü ile bakıldığı zaman, bizleri çürütecek, yılan ve akreplere yedirip imha edecek, zulümatlı, korkunç, büyük bir kabir şeklinde görünecektir.


    Fakat iman gözlüğüyle bakılırsa, Cenâb-ı Hakkın, Hâlık, Rahmân, Rahîmin insanlara ihzar ettiği çeşit çeşit nefis, leziz, me'külât ve meşrubata zarf olan bir mâide ve bir sofra-i Rahmânî şeklinde görünecektir. Ve binlerce "Elhamdü lillâh" okutturarak tekrar ettirecektir.


    Üst cihet: Yani, semâvât cihetine felsefe ile bakan bir adam, şu sonsuz boşlukta, milyarlarca yıldız ve kürelerin at koşusu gibi veya askerî bir manevra gibi yaptıkları pek sür'atli ve muhtelif hareketlerinden büyük bir dehşete, vahşete, korkuya mâruz kalacaktır.

    Fakat imanlı bir adam baktığı vakit o garip, acip manevranın bir kumandanın emri ile nezareti altında yapıldığı gibi, semâvât âlemini tezyin eden ve o yıldızların bize de ziyadar kandiller şeklinde olduklarını görecek ve o atlar koşusunda korku, dehşet değil, ünsiyet ve muhabbet edecektir. Âlem-i semâvâtı şöylece tasvir eden iman nimetine elbette binlerce "Elhamdü lillâh" söylemek azdır.


    Alt cihet: Yani, arz âlemine felsefe gözüyle bakan insan, küre-i arzı başıboş, yularsız, şemsin etrafında serseri gezen bir hayvan gibi veya tahtası kırık, kaptansız bir kayık gibi görür ve dehşete, telâşa düşer.
    Fakat iman ile bakarsa, arzın Rahmânî bir sefine olup, Allah'ın kumandası altında bütün me'külât, meşrubat, melbûsatıyla beraber, nev-i beşeri tenezzüh için şemsin etrafında gezdiren bir sefine şeklinde görür. Ve imandan neş'et eden şu büyük nimete büyük büyük elhamdü lillâh'ları söylemeye başlar.

    Ön cihet: Felsefeci bir adam bu cihete bakarsa görür ki, bütün canlı mahlûkat-insan olsun, hayvan olsun-kafile-bekafile, büyük bir sür'atle o cihete gidip kaybolurlar. Yani, ademe gider, yok olurlar. Kendisinin de o yolun yolcusu olduğunu bildiğinden, teessüründen çıldıracak bir hale gelir.


    Fakat iman nazarıyla bakan bir mü'min, insanların o cihete gidişleri, seyahatleri adem âlemine değil, göçebeler gibi bir yayladan bir yaylaya bir intikaldir. Ve fâni menzilden bâki menzile, hizmet çiftliğinden ücret dairesine, zahmetler memleketinden rahmetler memleketine göç etmek olup, adem âlemine gitmek değil diye bu ciheti memnuniyetle karşılar.

    Fakat yol esnasında ölüm, kabir gibi görünen meşakkatler netice itibarıyla saadetlerdir. Çünkü, nuranî âlemlere giden yol kabirden geçer ve en büyük saadetler büyük ve acı felâketlerin neticesidir. Meselâ, Hazret-i Yusuf, Mısır azizliği gibi bir saadete, ancak kardeşleri tarafından atıldığı kuyu ve Zeliha'nın iftirası üzerine konulduğu hapis yoluyla nâil olmuştur.
    Ve kezâ, rahm-ı mâderden dünyaya gelen çocuk, mâhut tünelde çektiği sıkıcı, ezici zahmet neticesinde dünya saadetine nâil oluyor.


    Arka cihet: Yani geride gelenlere felsefe nazarıyla bakılsa, "Yâhu, bunlar nereden nereye gidiyorlar ve niçin dünya memleketine gelmişlerdir?" diye edilen suale bir cevap alınamadığından, tabiî, hayret ve tereddüt azabı içinde kalınır.

    Fakat nur-u iman gözlüğüyle bakarsa, insanların kâinat sergisinde teşhir edilen garip, acip kudretin mucizelerini görmek ve mütalâa etmek için Sultan-ı Ezelî tarafından gönderilmiş mütalâacı olduklarını anlar. Ve bunlar o mucizenin derece-i kıymet ve azametine ve Sultan-ı Ezelînin azametine derece-i delâletlerine kesb-i vukuf ettikleri nisbetinde derece ve numara aldıktan sonra, yine Sultan-ı Ezelînin memleketine dönüp gideceklerini anlar ve bu anlayış nimetini kendisine îras eden iman nimetine "Elhamdü lillâh" diyecektir.

    Mezkûr zulmetleri izale eden iman nimetine "Elhamdü lillâh" diye edilen hamd dahi bir nimet olduğundan, ona da bir hamd lâzımdır. Bu ikinci hamd'e de üçüncü bir hamd, üçüncüye dördüncü hamd lâzım.
    Demek, bir hamd-i vâhidden doğan hamdlerden ibaret gayr-i mütenâhi bir silsile-i hamdiye husule geliyor.”””



    Deyip insan ve alakadarlık dairesinde bu kıyasların hamde vabeste ve ne kadar gerekli yerinde bir hakkaniyettir şekliyle ifade etmiş..Hamde bir şevk-i meyil tesis edip hayatlandır bir manayı letaifi insaniyenin ruhuna aksettirmiş…

    Şimdi 17.söz de..daha içeri girerek insan enfusi aleminde büyük bir kıyas ve tanımlamayı yaparken..sadakte ..evet…amenna ..bihakkı natakte..nazarını istihdam ederek..mahiyet-i muamma kuyusundan insanı bir vuslat-ı daimiye davet ederken..fıtraten ve arayış ve kabul ile hak ve hakikate dahiliyette bir sevk ve duayı da istihdam eder..İnsanı Rabbine firar etmeye heyecanlandırır ve ettirir…

    Harici dünyayı geniş ve bütün ve kapsamlı kabul etmekte ve tafsilinde uzak durmakta vahdet daha net görünür…Buradaki şehadet Rububiyet-i Ammeye bakan Şümüllü Vahdani bir şahadettir ki Azameti takdirde bir abd-i acziyet ile sübhanallah desin..Geniş Elhamdulillahlar söylesin..Tesbihatı azime ile Senahan olsun…Bir nevi Vazife-i icmaliyedir…Hilafet-i arziyede daha makamları vardır..ınkısam-ı marifette şubeleri bulunur oraya şimdi girmiyoruz…

    Bu 17 sözdeki ders vahdani daire ile münasebeti enfusi daireye davet eder..Oradaki marifeti alem-i asgar olan insanın letaifinde mayalar..İç dünyasının yakınlığında hakkı teklif eder..Kabule muheyya olmuş haliyle vicdani olan fıtri şahadetini imtizac ettirir…O meczden İman ile mücehhez şehadet çıkar..İstinad ve istimdat noktalarıyla..Rabbisi ile kulunu azc fakr ihtiyaç medet ..gına ve sehavet kerem ihsan ve inam..imdat ve medet..talep ve ita..istemek ve vermek münasebetiyle buluşturur…



    Evet:


    “””ON YEDİNCİ SÖZ.. Bismillahirrahmanirrahim”””


    “”” "Yeryüzünde ne varsa Biz dünya için bir süs olarak yarattık ki, insanlardan hangisi daha güzel işler yapacak diye imtihan edelim. Onun üzerindeki herşeyi Biz elbette kup kuru bir toprak haline getireceğiz." Kehf Sûresi, 18:7-8.””

    “””"Dünya hayatı bir oyun ve oyalanmadan başka birşey değildir." En'âm Sûresi, 6:32.”””


    Ayetleri ile girmiş..Dünyanın ve İnsanın dünyadaki ahvalini ve akibetini gösterir şekliyle ve nedenleri niçinleri içinde muarrif bir levha hazırlar…

    Şöyle ki;

    “””Bu Söz, iki âli Makam ve bir parlak Zeylden ibarettir.
    HÂLIK-I RAHÎM ve Rezzâk-ı Kerîm, ve Sâni-i Hakîm şu dünyayı, âlem-i ervah ve ruhaniyat için bir bayram, bir şehrayin suretinde yapıp, bütün esmâsının garaib-i nukuşuyla süslendirip, küçük büyük, ulvî süflî herbir ruha, ona münasip ve o bayramdaki ayrı ayrı hesapsız mehasin ve in'âmattan istifade etmeye muvafık ve havas ile mücehhez bir ceset giydirir, bir vücud-u cismanî verir, bir defa o temâşâgâha gönderir.”””
    Lazım olan maddi ve manevi cihazlarıyla hem alemide o cihazata uygun hazırlayarak hayata ve hissiyata münasip şekliyle tanzim etmiş şekliyle bu meşheri açar…Demiş Bir defa o temaşagaha gönderir..""""


    “””Hem zaman ve mekân cihetiyle pek geniş olan o bayramı asırlara, senelere, mevsimlere, hattâ günlere, kıt'alara taksim ederek herbir asrı, herbir seneyi, herbir mevsimi, hattâ bir cihette herbir günü, herbir kıt'ayı, birer taife ruhlu mahlûkatına ve nebatî masnuatına birer resmigeçit tarzında bir ulvî bayram yapmıştır. Ve bilhassa rû-yi zemin, hususan bahar ve yaz zamanında, masnuat-ı sağirenin taifelerine öyle şaşaalı ve birbiri arkasında bayramlardır ki, tabakat-ı âliyede olan ruhaniyatı ve melâikeleri ve sekene-i semavatı seyre celb edecek bir cazibedarlık görünüyor. Ve ehl-i tefekkür için öyle şirin bir mütalâagâh oluyor ki, akıl tarifinden âcizdir.”””
    O büyük külli ihata ve tasarrufu geniş hasiyetiyle almış..Dediği gibi Hilkatin yüzde doksandokuzu halikına bakar bir bir hilkat cihetini bu makamda etraflıca değil olması gerektiği vech ile değerlendirmiş..Bu büyük icraat sahibinin külli tasarrufunu ifade etmiş..

    ve

    """Ve ehl-i tefekkür için öyle şirin bir mütalâagâh oluyor ki, akıl tarifinden âcizdir."""
    demiş..

    “””Fakat bu ziyafet-i İlâhiye ve bayram-ı Rabbâniyedeki ism-i Rahmân ve Muhyî'nin tecellîlerine mukabil, ism-i Kahhar ve Mümît, firak ve mevtle karşılarına çıkıyorlar. Şu ise,

    "Rahmetim herşeyi kaplamıştır." A'râf Sûresi, 7:156.

    rahmetinin vüs'at-i şümulüne zahiren muvafık düşmüyor. Fakat hakikatte birkaç cihet-i muvafakati vardır. Bir ciheti şudur ki:”””


    ifade ederek her şeyi ile güzel ve rahmet tarafından kuşatılmış denilen ve hakikati öyle olan bazı sebeplerle bazı perdelere sarılmış hilkatin hakikatindeki rahmeti ifade için meseleyi izaha geçmiş;

    “””Sâni-i Kerîm, Fâtır-ı Rahîm, herbir taifenin resmi geçit nöbeti bittikten ve o resmigeçitten maksut olan neticeler alındıktan sonra, ekseriyet itibarıyla, dünyadan merhametkârâne bir tarzla tenfir edip usandırıyor, istirahate bir meyil ve başka bir âleme göçmeye bir şevk ihsan ediyor; ve vazife-i hayattan terhis edildikleri zaman, vatan-ı aslîlerine bir meyelân-ı şevk-engiz, ruhlarında uyandırıyor.”””

    Diyerek dünyanın mahiyetindeki faniliği o fanilik içerisinde en acip mesele olan ayrılık ve ayrılığın mahlukat için önemli görünen yanını ..ve bir his istihdamıyla bu seyehatte kolaylıklar husule getirldiğini..gelmenin gibi gitmenin de bir Rahmet tarafından kontrol altında olduğunu göstermiş…


    “””Hem o Rahmân'ın nihayetsiz rahmetinden uzak değil ki, nasıl vazife uğrunda, mücahede işinde telef olan bir nefere şehadet rütbesini veriyor ve kurban olarak kesilen bir koyuna, âhirette cismanî bir vücud-u bâki vererek Sırat üstünde, sahibine burak gibi bir bineklik mertebesini vermekle mükâfatlandırıyor. Öyle de, sair zîruh ve hayvanatın dahi, kendilerine mahsus vazife-i fıtriye-i Rabbâniyelerinde ve evâmir-i Sübhâniyenin itaatlerinde telef olan ve şiddetli meşakkat çeken zîruhların, onlara göre bir çeşit mükâfat-ı ruhaniye ve onların istidatlarına göre bir nevi ücret-i mâneviye, o tükenmez hazine-i rahmetinde baîd değil ki bulunmasın; dünyadan gitmelerinden pek çok incinmesinler, belki memnun olsunlar. Lâ ya'lemu'l-ğaybe illâllah.”””
    İfadesiyle ..rahmetin zahir bedihi olan merhametiyle akıbet güzelliğininde muhakkakiyetini..hayata mazhar olanların bekada dahi memnuniyetlerini ücretlerine işaret etmiş..Çünkü bu hayata mazhar olanların hilkatlerindeki ihtimam ve ciddi ilgi ve gösterilen sanat işaret edip diyorki bu muvakkat mekanda böyle bir itina ve itina sahibi bu mazharları hebaen yok etmez..Buna şahit alemde milyonlar latif bürhanlar var..Onları bekada dahi mesrur ve münasip alemlerde iltifatına şefkatiyle dahil eder…Hem muktedirdir..Ve her şey lisanı haliyle ve kaliyle hem bekayı ister hem beka içindir…Hem hizmet-i Mevla olduklarından ucretleri daimidir…Onuncu söz bu hakikati her cihetiyle ele almış…Yirminci mektup on birinci kelimede kısmen beyan edilmiş…

    İnsan penceresinde şu harika tanımlama ile hal ve akıbeti hakiki yüzüyle muhtasaran ifade ederek:

    “””Lâkin, zîruhların en eşrefi ve şu bayramlarda kemiyet ve keyfiyet cihetiyle en ziyade istifade eden insan, dünyaya pek çok meftun ve müptelâ olduğu halde, dünyadan nefret ve âlem-i bekaya geçmek için, eser-i rahmet olarak, iştiyak-engiz bir halet verir. Kendi insaniyeti dalâlette boğulmayan insan o haletten istifade eder, rahat-ı kalble gider. Şimdi, o haleti intaç eden vecihlerden, nümune olarak beşini beyan edeceğiz.
    Birincisi: İhtiyarlık mevsimiyle, dünyevî, güzel ve cazibedar şeyler üstünde fena ve zevâlin damgasını ve acı mânâsını göstererek o insanı dünyadan ürkütüp, o fâniye bedel, bir bâki matlubu arattırıyor.”””


    Üçüncü lem’a ve yirmi altıncı lem’ada müşahhas örnekler hakikatler bu meseleye hem tahlil hem tarif hem hakkaniyet-i latifesini harika ders vermiş…Mesela Üçüncü rica da demiş;
    “””Evet, ey benim gibi ihtiyarlığını hisseden muhterem ihtiyar ve ihtiyareler! Biz gidiyoruz.aldanmakta fayda yok. Gözümüzü kapamakla bizi burada durdurmazlar; sevkiyat var. Fakat gafletten ve kısmen de ehl-i dalâletten gelen zulümat evhamlarıyla bize firaklı ve karanlıklı görünen berzah memleketi, ahbapların mecmaıdır. Başta şefîimiz olan Habibullah Aleyhissalâtü Vesselâm ile bütün dostlarımıza kavuşmak âlemidir.”””

    “””İkincisi: İnsanın alâka peyda ettiği bütün ahbaplardan yüzde doksan dokuzu dünyadan gidip diğer bir âleme yerleştikleri için, o ciddî muhabbet saikasıyla, o ahbabın gittiği yere bir iştiyak ihsan edip, mevt ve eceli mesrurâne karşılattırıyor.”””

    Hem aynı ricada devam ile o iştiyaka en büyük müşevvik şevk noktasını göstermiş…

    “””Evet, bin üç yüz elli senede, her sene üç yüz elli milyon insanların sultanı ve onların ruhlarının mürebbîsi ve akıllarının muallimi ve kalblerinin mahbubu ve her günde, es-sebebü ke'l-fâil sırrınca, bütün o ümmetinin işlediği hasenâtın bir misli, sahife-i hasenâtına ilâve edilen ve şu kâinattaki makasıd-ı âliye-i İlâhiyenin medarı ve mevcudatın kıymetlerinin teâlîsinin sebebi olan o zât-ı Ahmediye Aleyhissalâtü Vesselâm, dünyaya geldiği dakikada "Ümmetî, ümmetî" rivayet-i sahiha ile

    ve keşf-i sadıkla dediği gibi, mahşerde herkes "Nefsî, nefsî" dediği zaman, yine "Ümmetî, ümmetî" diyerek en kudsî ve en yüksek bir fedakârlıkla, yine şefaatiyle ümmetinin imdadına koşan bir zâtın gittiği âleme gidiyoruz.Ve o güneşin etrafında hadsiz asfiya ve evliya yıldızlarıyla ışıklanan öyle bir âleme gidiyoruz…

    İşte o zâtın şefaati altına girip ve nurundan istifade etmenin ve zulümat-ı berzahiyeden kurtulmanın çaresi, sünnet-i seniyyesine ittibâdır.”””

    Beyan etmiş…


    “””Üçüncüsü: İnsandaki nihayetsiz zayıflık ve âcizliği bazı şeylerle ihsas ettirip, hayat yükü ve yaşamak tekâlifi ne kadar ağır olduğunu anlattırıp, istirahate ciddî bir arzu ve bir diyar-ı âhara gitmeye samimî bir şevk veriyor.”””
    Birinci mektupta mevt dahi bir nimettir izah ederken;“””Amma mevt nimet olduğunun ciheti ise, çok vücuhundan dört veçhine işaret ederiz.

    Birincisi: Ağırlaşmış olan vazife-i hayattan ve tekâlif-i hayatiyeden âzâd edip, yüzde doksan dokuz ahbabına kavuşmak için âlem-i berzahta bir visal kapısı olduğundan, en büyük bir nimettir.

    İkincisi: Dar, sıkıntılı, dağdağalı, zelzeleli dünya zindanından çıkarıp, vüs’atli, sürurlu, ıztırapsız, bâki bir hayata mazhariyetle, Mahbûb-u Bâkînin daire-i rahmetine girmektir.

    Üçüncüsü: İhtiyarlık gibi, şerâit-i hayatiyeyi ağırlaştıran birçok esbab vardır ki, mevti, hayatın pek fevkinde nimet olarak gösterir. Meselâ, sana ıztırap veren pek ihtiyar olmuş peder ve validenle beraber, ceddin cedleri, sefalet-i halleriyle senin önünde şimdi bulunsaydı, hayat ne kadar nikmet, mevt ne kadar nimet olduğunu bilecektin. Hem meselâ, güzel çiçeklerin âşıkları olan güzel sineklerin, kışın şedâidi içinde hayatları ne kadar zahmet ve ölümleri ne kadar rahmet olduğu anlaşılır.

    Dördüncüsü: Nevm, nasıl ki bir rahat, bir rahmet, bir istirahattir-hususan musibetzedeler, yaralılar, hastalar için. Öyle de, nevmin büyük kardeşi olan mevt dahi, musibetzedelere ve intihara sevk eden belâlarla müptelâ olanlar için ayn-ı nimet ve rahmettir. Amma ehl-i dalâlet için, müteaddit Sözlerde katî ispat edildiği gibi, mevt dahi hayat gibi nikmet içinde nikmet, azap içinde azaptır; o bahisten hariçtir.”””

    Demiş…



    “””Dördüncüsü: İnsan-ı mü'mine nur-u imanla gösterir ki, mevt, idam değil, tebdil-i mekândır.

    Kabir ise, zulümatlı bir kuyu ağzı değil, nuraniyetli âlemlerin kapısıdır. Dünya ise, bütün şaşaasıyla, âhirete nisbeten bir zindan hükmündedir. Elbette zindan-ı dünyadan bostan-ı cinâna çıkmak ve müz'iç dağdağa-i hayat-ı cismaniyeden âlem-i rahata ve meydan-ı tayeran-ı ervâha geçmek ve mahlûkatın sıkıntılı gürültüsünden sıyrılıp huzur-u Rahmân'a gitmek, bin can ile arzu edilir bir seyahattir, belki bir saadettir.”””


    Müteaddit yerler de mevtin hakikatini beyan etmiş mesela;

    “””“Kur’ân’dan aldığım feyz ile hariçten tesellî aramak değil, belki dehşet ve vahşet ve me’yusiyet aldığım noktalar içinde; teselliyi, ricayı, nuru aradım. Cenâb-ı Hakk’a yüzbin şükür olsun ki; ayn-ı dert içinde, dermanı buldum. Ayn-ı zulmet içinde, nuru buldum. Ayn-ı dehşet içinde, teselliyi buldum. En evvel; herkesi korkutan, en korkunç tevehhüm edilen ölümün yüzüne baktım… Nur-u Kur’ân ile gördüm ki; ölümün peçesi gerçi karanlık, siyah, çirkin ise de; fakat mü’min için asıl sîması nuranîdir, güzeldir gördüm.””””
    Demiş…

    “””Beşincisi: Kur'ân'ı dinleyen insana, Kur'ân'daki ilm-i hakikati ve nur-u hakikatle dünyanın mahiyetini bildirmekliğiyle, dünyaya aşk ve alâka pek mânâsız olduğunu anlatmaktır. Yani, insana der ve ispat eder ki:

    "Dünya bir kitab-ı Samedânîdir. Huruf ve kelimâtı nefislerine değil, belki başkasının Zât ve sıfât ve esmâsına delâlet ediyorlar. Öyleyse mânâsını bil, al; nukuşunu bırak, git.

    "Hem bir mezraadır. Ek ve mahsulünü al, muhafaza et; muzahrafatını at, ehemmiyet verme.

    "Hem birbiri arkasında daim gelen, geçen aynalar mecmuasıdır. Öyleyse onlarda tecellî edeni bil, envârını gör ve onlarda tezahür eden esmânın tecelliyâtını anla ve Müsemmâlarını sev; ve zevâle ve kırılmaya mahkûm olan o cam parçalarından alâkanı kes.

    "Hem seyyar bir ticaretgâhtır. Öyleyse alışverişini yap, gel; ve senden kaçan ve sana iltifat etmeyen kafilelerin arkalarından beyhude koşma, yorulma.

    "Hem muvakkat bir seyrangâhtır. Öyleyse nazar-ı ibretle bak ve zahirî, çirkin yüzüne değil, belki Cemîl-i Bâkîye bakan gizli, güzel yüzüne dikkat et, hoş ve faydalı bir tenezzüh yap, dön; ve o güzel manzaraları irâe eden ve güzelleri gösteren perdelerin kapanmasıyla, akılsız çocuk gibi ağlama, merak etme.


    "Hem bir misafirhanedir. Öyleyse, onu yapan Mihmandar-ı Kerîmin izni dairesinde ye, iç, şükret. Kanunu dairesinde işle, hareket et. Sonra arkana bakma, çık, git. Herzekârâne, fuzulî bir surette karışma. Senden ayrılan ve sana ait olmayan şeylerle mânâsız uğraşma ve geçici işlerine bağlanıp boğulma" gibi zahir hakikatlerle, dünyanın iç yüzündeki esrarı gösterip dünyadan mufarakati gayet hafifleştirir, belki hüşyar olanlara sevdirir ve rahmetinin herşeyde ve her şe'ninde bir izi bulunduğunu gösterir.
    İşte Kur'ân şu beş veche işaret ettiği gibi, başka hususî vecihlere dahi âyât-ı Kur'âniye işaret ediyor. Veyl o kimseye ki, şu beş vecihten bir hissesi olmaya.”””


    Diyerek..hayat ve insan..dünya ve mahiyet..beka ve meyli fıtrat..vatanı asli ve vuslat gibi hakikati bir muarrif hakikat lezzeti içinde ders vermiş…
    İnşallah avni İnayet ile hissemiz ziyade olsun…

    Evet on yedinci sözden yapmak istediğimiz dersimize ikinci makamdan bir babı tay ederek devam ediyoruz…Altı ciheti üstadımız bir münacat içinde değerlendirmiş..Enfusi dairesinde seyri ruhanisiyle letaif münasebetlerini maksad ve marziyat içerik netice olarak yaşamış göstermiş..Alemin hasiyeti ile irtibat ve alakasını tarif etmiş..Haşiyeleri ile kıyas-ı imani nin fark ve ulviyetini ifade etmiş.. şöyle ki..


    “””Yâ Rab! Tevekkülsüz, gafletle, iktidar ve ihtiyarıma dayanıp derdime derman aramak için cihât-ı sitte denilen altı cihette nazar gezdirdim. Maatteessüf derdime derman bulamadım. Mânen bana denildi ki: "Yetmez mi dert, derman sana."

    Evet, gafletle sağımdaki geçmiş zamandan teselli almak için baktım. Fakat gördüm ki, dünkü gün, pederimin kabri; ve geçmiş zaman, ecdadımın bir mezar-ı ekberi suretinde göründü. Teselli yerine vahşet verdi. HAŞİYE 4 “””



    HAŞİYE 4 İman, o vahşetli mezar-ı ekberi, ünsiyetli bir meclis-i münevver ve bir mecma-ı ahbap gösterir.


    “””Sonra soldaki istikbale baktım, derman bulamadım. Belki yarınki gün, benim kabrim; ve istikbal ise, emsalimin ve nesl-i âtinin bir kabr-i ekberi suretinde görünüp, ünsiyet değil, belki vahşet verdi. HAŞİYE 5 “””


    HAŞİYE 5 İman ve huzur-u iman, o dehşetli kabr-i ekberi, sevimli saadet saraylarında bir davet-i Rahmâniye gösterir.


    “””Soldan dahi hayır görünmediği için, hazır güne baktım. Gördüm ki, şu gün, güya bir tabuttur. Hareket-i mezbuhânede olan cismimin cenazesini taşıyor. HAŞİYE 6”””


    HAŞİYE 6 İman, o tabutu, bir ticaretgâh ve şaşaalı bir misafirhane gösterir.



    “””İşbu cihetten dahi devâ bulamadım. Sonra başımı kaldırıp şecere-i ömrümün başına baktım. Gördüm ki, o ağacın tek meyvesi benim cenazemdir ki, o ağacın üstünde duruyor, bana bakıyor. HAŞİYE 7”””


    HAŞİYE 7 İman, o ağacın meyvesini cenaze değil, belki ebedî hayata mazhar ve ebedî saadete namzet olan ruhumun eskimiş yuvasından yıldızlarda gezmek için çıktığını gösterir.

    “””O cihetten dahi meyus olup başımı aşağıya eğdim. Baktım ki, aşağıda, ayak altında, kemiklerimin toprağı ile mebde-i hilkatimin toprağı birbirine karışmış gördüm. Derman değil, derdime dert kattı. HAŞİYE 8 “””


    HAŞİYE 8 İman, o toprağı, rahmet kapısı ve Cennet salonunun perdesi olduğunu gösterir.


    “””Ondan dahi nazarı çevirip arkama baktım. Gördüm ki, esassız, fâni bir dünya, hiçlik derelerinde ve adem zulümatında yuvarlanıp gidiyor. Derdime merhem değil, belki vahşet ve dehşet zehrini ilâve etti. HAŞİYE 9..”””


    HAŞİYE 9 İman, o zulümatta yuvarlanan dünyayı, vazifesi bitmiş, mânâsını ifade etmiş, neticelerini kendine bedel vücutta bırakmış mektubat-ı Samedâniye ve sahâif-i nukuş-u Sübhâniye olduğunu gösterir.


    “””Onda dahi hayır görmediğim için ön tarafıma, ileriye nazarımı gönderdim. Gördüm ki, kabir kapısı yolumun başında açık görünüp, onun arkasında ebede giden cadde, uzaktan uzağa nazara çarpıyor.HAŞİYE 10 “””

    HAŞİYE 10 İman, o kabir kapısını âlem-i nur kapısı ve o yol dahi saadet-i ebediye yolu olduğunu gösterdiğinden, dertlerime hem derman, hem merhem olur.

    “””İşte şu altı cihette ünsiyet ve teselli değil, belki dehşet ve vahşet aldığım onlara mukabil, benim elimde bir cüz-i ihtiyarîden başka hiçbir şey yoktur ki, ona dayanıp onunla mukabele edeyim. HAŞİYE 11””

    HAŞİYE 11 İman, o cüz-i lâyetecezzâ hükmündeki cüz-ü ihtiyarî yerine, gayr-ı mütenâhi bir kudrete istinad etmek için bir vesika verir. Ve belki iman bir vesikadır.

    “””Halbuki o cüz-i ihtiyarî denilen silâh-ı insanî hem âciz, hem kısadır. Hem ayarı noksandır. İcad edemez. Kisbden başka hiçbir şey elinden gelmez. HAŞİYE 12”””

    HAŞİYE 12 İman, o cüz-i ihtiyarîyi, Allah namına istimal ettirip, her şeye karşı kâfi getirir. Bir askerin cüzî kuvvetini devlet hesabına istimal ettiği vakit, binler kuvvetinden fazla işler görmesi gibi...

    “” Ne geçmiş zamana hulûl edebilir, ne de gelecek zamana nüfuz edebilir. Mazi ve müstakbele ait emellerime ve elemlerime faydası yoktur. HAŞİYE 13””

    HAŞİYE 13 İman, dizginini cism-i hayvanînin elinden alıp kalbe, ruha teslim ettiği için, maziye nüfuz ve müstakbele hulûl edebilir. Çünkü kalb ve ruhun daire-i hayatı geniştir.



    Evet:Buraya kadar altı cihete iki gözlükle baktı..Ve alem de olan hadisat ve kendinde olan cihazatı tahlil etti..onu neticeye götürecek ve alakadarlığının aslını oluşturan küçük bir irade varlığını ve mukabele etmekteki aczini teşhis ederek dedi ki;

    “””O cüz-i ihtiyarînin meydan-ı cevelânı, kısacık şu zaman-ı hazır ve bir ân-ı seyyaldir.

    İşte, şu bütün ihtiyaçlarımla ve zayıflığımla ve fakr ve aczimle beraber, altı cihetten gelen dehşetler ve vahşetlerle perişan bir halde iken, kalem-i kudretle sahife-i fıtratımda ebede uzanan arzular ve sermede yayılan emeller âşikâre bir surette yazılmıştır, mahiyetimde derc edilmiştir.

    Belki dünyada ne varsa, nümuneleri fıtratımda vardır. Umum onlara karşı alâkadarım. Onlar için çalıştırıyorum, çalışıyorum.

    İhtiyaç dairesi, nazar dairesi kadar büyüktür, geniştir.

    Hattâ, hayal nereye gitse, ihtiyaç dairesi dahi oraya gider; orada da hâcet vardır. Belki, her ne ki elde yok, ihtiyaçta vardır. Elde olmayan ihtiyaçta vardır; elde bulunmayan ise hadsizdir.

    Halbuki daire-i iktidar, kısa elimin dairesi kadar kısa ve dardır.

    Demek, fakr ve ihtiyaçlarım dünya kadardır.

    Sermayem ise, cüz-i lâyetecezzâ gibi cüz'î bir şeydir.

    İşte, şu cihan kadar ve milyarlar ile ancak tahsil edilen hâcet nerede? Ve bu beş paralık cüz-ü ihtiyarî nerede? Bununla onların mübayaasına gidilmez, bununla onlar kazanılmaz. Öyleyse başka bir çare aramak gerektir.

    O çare ise şudur ki: O cüz-i ihtiyarîden dahi vaz geçip, irade-i İlâhiyeye işini bırakıp, kendi havl ve kuvvetinden teberri edip, Cenâb-ı Hakkın havl ve kuvvetine iltica ederek hakikat-i tevekküle yapışmaktır. Yâ Rab! Madem çare-i necat budur; Senin yolunda o cüz-i ihtiyarîden vaz geçiyorum ve enaniyetimden teberri ediyorum.”””

    Diye münacat ederek çok mühim bir sırrı keşf etti..aynı keşfi sekizinci sözde işlemiş orada demiş;

    “”"Ey bu yerlerin hâkimi! Senin bahtına düştüm. Sana dehalet ediyorum ve sana hizmetkârım ve senin rızanı istiyorum ve seni arıyorum."””

    Bu ilham olunan tılsım anahtarı o manzarayı değiştirip onu cennet bahçelerine davet etmiş…

    Hem bu sırra bir hakikat ile mesnevide ders vermiş şöyle ki;


    “””İ’lem eyyühe’l-aziz! لاَ حَوْلَ وَلاَ قُوَّةَ اِلاَّ بِاللهِ (Allah’ın Kudret Ve Gücünden Başka Kudret Ve Güç Yoktur.
    )cümle-i mukaddesesi, insanın, zerre vaziyetinden, insan-ı mü’min suretine gelinceye kadar camidiyet, nebatiyet, hayvaniyet, insaniyet gibi geçirdiği etvar ve ahvaline nâzırdır. Şu menzillerde insanın letâifi pek çok elem ve emellere mâruzdur. Maahaza, havl ve kuvvetin müteallikleri zikredilmeyerek mutlak bırakılmıştır. Binaenaleyh, bu cümle, tesellî-bahş olup şümûlü dahilinde olan makamlara göre tefsir edilir. Meselâ,

    1. لاَ حَوْلَ عَنِ الْعَدَمِ وَلاَ قُوَّةَ عَلَى الْوُجُودِ “Ademden çıkıp vücuda gelmek.”

    2. لاَ حَوْلَ عَنِ الزَّوَالِ وَلاَ قُوَّةَ عَلَى الْبَقَاءِ “Zevale gitmeyip bekada kalmak.”

    3. لاَ حَوْلَ عَنِ الْمَضَرَّةِ وَلاَ قُوَّةَ عَلَى النَّفْعِ “Mazarratı def, menfaati celp.”

    4. لاَ حَوْلَ عَنِ الْمَصَائِبِ وَلاَ قُوَّةَ عَلَى الْمَطَالِبِ “Musibetten uzak olup, matluba nâil olmak.”

    5. لاَ حَوْلَ عَنِ الْمَعَاصِى وَلاَ قُوَّةَ عَلَى الْعِبَادَةِ “Maâsiye düşmemek, ibadete devam etmek.”

    6. لاَ حَوْلَ عَنِ النِّقَمِ وَلاَ قُوَّةَ عَلَى النِّعْمَةِ “Azaba mâruz kalmamak, nimete mazhar olmak.”

    7. لاَ حَوْلَ عَنِ الظُّلْمَةِ وَلاَ قُوَّةَ عَلَى النُّورِ “Zulmete düşmemek, nurla tenevvür etmek.”

    Ve hâkezâ, herbir makamda insanın letâifine göre takyid ve tefsir edilebilir.”””

    Demiş..

    Evet:


    Bu külli ihatada..Rabbimizin halv ve kuvvetinin bütün ahvalimize nezaret ve müdahalesi ile mazhar olduğumuz hayat..Ve hayat içindeki fiil ve itikad bu geniş tasarrufun içinde görünüyor...

    Bizim irade-i cüz-iyyemiz ile imtihanı karşılayışımız ..kesbimizi ve irademizi nasıl kullanmalıyız...bu "lahavle vela kuvvete"penceresinden irade-i cüziyyemize nasıl bakabiliriz sorularına da bu münacatla hayat kadar geniş bir ölçü bir zaviye gösteriyor…
    Bu istinad ve istimdat neticesinde;


    “””Ta, Senin inayetin, acz ve zaafıma merhameten elimi tutsun. Hem, ta Senin rahmetin, fakr ve ihtiyacıma şefkat edip bana istinadgâh olabilsin, kendi kapısını bana açsın.

    Evet, her kim ki rahmetin nihayetsiz denizini bulsa, elbette bir katre serap hükmünde olan cüz-i ihtiyarına itimat etmez, rahmeti bırakıp ona müracaat etmez.”””


    Diyerek havl ve kuvvetin inayet ve Rahmetin muhafaza ve keremin Ancak onun yanında ve kudretinde olduğunu tesbit ile tesis ve tesis ile yakin kanaat edip imani bir kale-i istimdat ve istinad buluyor…

    “””Eyvah, aldandık! Şu hayat-ı dünyeviyeyi sabit zannettik. O zan sebebiyle bütün bütün zayi ettik. Evet, şu güzerân-ı hayat bir uykudur; bir rüya gibi geçti. Şu temelsiz ömür dahi bir rüzgâr gibi uçar, gider.”””
    Evet:Mahiyeti dünya gaflet-i insan koşarcasına bir ömür ve nedamet…


    “””Kendine güvenen ve ebedî zanneden mağrur insan zevâle mahkûmdur, sür'atle gidiyor. Hane-i insan olan dünya ise, zulümat-ı ademe sukut eder. Emeller bekasız, elemler ruhta bâki kalır.”””

    Faniyet cihetinde dünya ve insanın vaziyeti ve akıbeti vazifesizlik cihetinde çaresizlikle nihayetindeki elemler…

    Evet madem böyledir;


    Ve ;

    “””Madem hakikat böyledir. Gel, ey hayata çok müştak ve ömre çok talip ve dünyaya çok âşık ve hadsiz emellerle ve elemlerle müptelâ bedbaht nefsim! Uyan, aklını başına al! Nasıl ki yıldızböceği kendi ışıkçığına itimat eder, gecenin hadsiz zulümatında kalır. Balarısı kendine güvenmediği için gündüzün güneşini bulur; bütün dostları olan çiçekleri, güneşin ziyasıyla yaldızlanmış müşahede eder. Öyle de, kendine, vücuduna ve enaniyetine dayansan, yıldızböceği gibi olursun. Eğer sen fâni vücudunu, o vücudu sana veren Hâlıkın yolunda feda etsen, balarısı gibi olursun, hadsiz bir nur-u vücut bulursun. Hem feda et. Çünkü şu vücut sende vedia ve emanettir.

    Hem Onun mülküdür, hem O vermiştir. Öyleyse, minnet etmeyerek ve çekinmeyerek fena et, feda et, ta beka bulsun. Çünkü nefy-i nefy ispattır. Yani, yok yok ise, o vardır. Yok, yok olsa, var olur.

    Hâlık-ı Kerîm, kendi mülkünü senden satın alıyor; Cennet gibi büyük bir fiyatı verir. Hem o mülkü senin için güzelce muhafaza ediyor, kıymetini yükselttiriyor. Yine sana hem bâki, hem mükemmel bir surette verecektir. Öyleyse, ey nefsim, hiç durma. Birbiri içinde beş kârlı bu ticareti yap. Ta beş hasâretten kurtulup, beş ribhi birden kazanasın.”””


    Diyerek hali duaya İbrahimi As. bir hakikat bir tarikle..masivadan kat-ı nazar bir firari mesudiyetle ilticaya isale yakarışa muheyya bir ahvali hazırane ile devam etmiş..

    O demiş Batanları Sevmem…Aynı olduğu gibi fikrimiz karışmadan ilticamız hassasiyeti ile kalbimizle müteveccih sadakte ve Amin Amin Amin makamında okuyalım İnşaallah…

    Evet:


    “””İbrahim Aleyhisselâmdan sudur ile kâinatın zeval ve ölümünü ilân eden nây-ı Lâ ühıbbü'l-âfilîn beni ağlattırdı.

    Onun için kalb gözü ağladı ve ağlayıcı katreleri döktü. Kalb gözü ağladığı gibi, döktüğü herbir damlası da o kadar hazindir; ağlattırıyor, güya kendisi de ağlıyor. O damlalar, gelecek Farisî fıkralardır.

    İşte o damlalar ise, Nebiyy-i Peygamber olan bir hakîm-i İlâhînin Kelâmullah içinde bulunan bir kelâmının bir nevi tefsiridir.

    Güzel değil batmakla kaybolan bir mahbup. Çünkü zevâle mahkûm, hakikî güzel olamaz. Aşk-ı ebedî için yaratılan ve âyine-i Samed olan kalb ile sevilmez ve sevilmemeli.

    Bir matlup ki gurupta gaybûbet etmeye mahkûmdur; kalbin alâkasına, fikrin merakına değmiyor. Âmâle merci olamıyor. Arkasında gam ve kederle teessüf etmeye lâyık değildir. Nerede kaldı ki, kalb ona perestiş etsin ve ona bağlansın, kalsın!

    Bir maksut ki fenâda mahvoluyor; o maksudu istemem. Çünkü fâniyim. Fâni olanı istemem, neyleyeyim?

    Bir mâbud ki zevalde defnoluyor; onu çağırmam, ona iltica etmem. Çünkü nihayetsiz muhtacım ve âcizim. Âciz olan, benim pek büyük dertlerime devâ bulamaz, ebedî yaralarıma merhem süremez. Zevalden kendini kurtaramayan nasıl mâbud olur?

    Evet, zahire müptelâ olan akıl, şu keşmekeş kâinatta perestiş ettiği şeylerin zevâlini görmekle meyusâne feryad eder. Ve bâki bir mahbubu

    arayan ruh dahi, Lâ ühıbbü'l-âfilîn feryadını ilân ediyor.

    İstemem, arzu etmem, tâkat getirmem mufarakati!

    Der-akap zevalle acılanan mülâkatlar, keder ve meraka değmez; iştiyaka hiç lâyık değildir. Çünkü zevâl-i lezzet elem olduğu gibi, zevâl-i lezzetin tasavvuru dahi bir elemdir. Bütün mecazî âşıkların divanları, yani aşknameleri olan manzum kitapları, şu tasavvur-u zevalden gelen elemden birer feryattır. Herbirinin bütün divan-ı eş'ârının ruhunu eğer sıksan, elemkârâne birer feryat damlar.

    İşte, o zevâl-âlûd mülâkatlar, o elemli mecazî muhabbetler derdinden ve belâsındandır ki, kalbim İbrahimvâri Lâ ühıbbü'l-âfilîn ağlamasıyla ağlıyor ve bağırıyor.

    Eğer şu fâni dünyada beka istiyorsan, beka fenâdan çıkıyor. Nefs-i emmâre cihetiyle fenâ bul ki, bâki olasın.

    Dünyaperestlik esasatı olan ahlâk-ı seyyieden tecerrüd et, fâni ol. Daire-i mülkünde ve malındaki eşyayı Mahbub-u Hakikî yolunda feda et. Mevcudatın ademnümâ akıbetlerini gör. Çünkü şu dünyadan bekaya giden yol, fenâdan gidiyor.

    Esbab içine dalan fikr-i insanî, şu zelzele-i zevâl-i dünyadan hayrette kalıp meyusâne fîzar ediyor. Vücud-u hakikî isteyen vicdan, İbrahimvâri Lâ ühıbbü'l-âfilîn enîniyle mahbubat-ı mecaziyeden ve mevcudat-ı zâileden kat-ı alâka edip Mevcud-u Hakikîye ve Mahbub-u Sermedîye bağlanıyor.

    Ey nâdan nefsim! Bil ki, çendan dünya ve mevcudat fânidir; fakat her fâni şeyde, bâkiye îsal eden iki yol bulabilirsin ve can ve canan olan Mahbub-u Lâyezâlin tecellî-i cemâlinden iki lem'ayı, iki sırrı görebilirsin. An şart ki, suret-i fâniyeden ve kendinden geçebilirsen...

    Evet, nimet içinde in'âm görünür, Rahmân'ın iltifatı hissedilir. Nimetten in'âma geçsen, Mün'imi bulursun. Hem, her eser-i Samedânî, bir mektup gibi, bir Sâni-i Zülcelâlin esmâsını bildirir. Nakıştan mânâya geçsen, esmâ yoluyla Müsemmâyı bulursun. Madem şu masnuat-ı fâniyenin mağzını, içini bulabilirsin; onu elde et, mânâsız kabuğunu, kışrını acımadan fenâ seyline atabilirsin.

    Evet, masnuatta hiçbir eser yok ki, çok mânâlı bir lâfz-ı mücessem olmasın, Sâni-i Zülcelâlin çok esmâsını okutturmasın. Madem şu masnuat elfazdır, kelimat-ı kudrettir; mânâlarını oku, kalbine koy, mânâsız kalan elfâzı bilâpervâ zevâlin havasına at. Arkalarından alâkadarâne bakıp meşgul olma.

    İşte, zahirperest ve sermayesi âfâkî malûmattan ibaret olan akl-ı dünyevî, böyle silsile-i efkârı hiçe ve ademe incirar ettiğinden, hayretinden ve heybetinden meyusâne feryad ediyor. Hakikate giden bir doğru yol arıyor. Madem uful edenlerden ve zeval bulanlardan ruh elini çekti. Kalb dahi mecazî mahbuplardan vaz geçti. Vicdan dahi fânilerden yüzünü çevirdi. Sen dahi, biçare nefsim, İbrahimvâri Lâ ühıbbü'l-âfilîn gıyâsını çek, kurtul.

    Fıtratı aşkla yoğrulmuş gibi sermest-i câm-ı aşk olan Mevlânâ Câmi, kesretten vahdete yüzleri çevirmek için, bak, ne güzel söylemiş:

    1. Yani, yalnız Biri iste; başkaları istenmeye değmiyor.
    2. Biri çağır; başkaları imdada gelmiyor.
    3. Biri talep et; başkaları lâyık değiller.
    4. Biri gör; başkaları her vakit görünmüyorlar, zeval perdesinde saklanıyorlar.
    5. Biri bil; marifetine yardım etmeyen başka bilmekler faydasızdır.
    6. Biri söyle; Ona ait olmayan sözler mâlâyâni sayılabilir.

    Evet, Câmi, pek doğru söyledin. Hakikî mahbub, hakikî matlub, hakikî maksud, hakikî mâbud yalnız Odur.

    Çünkü bu âlem, bütün mevcudatıyla, muhtelif dilleriyle, ayrı ayrı nağamâtıyla, zikr-i İlâhînin halka-i kübrâsında beraber Lâ ilâhe illâ Hû der, vahdâniyete şehadet eder. Lâ ühıbbü'l-âfilîn'in açtığı yaraya merhem sürüyor ve alâkayı kestiği mecazî mahbuplara bedel bir Mahbub-u Lâyezâlîyi gösteriyor.””””


    Diyerek hem çare-i necatı hem iman ile hakiki mercii vuslatı göstermiş…Rabbimiz muinimiz olsun…Bu hakikatlerle hallenip dergahında kendi kurbiyeti ile müşerref eyleyip yakini itikadımıza inkişaf versin..İmanımızı ziyadeleştirsin…Amin…



    Yâni: Sakalımın beyazlanmakla parlaması seni korkutmasın. Zîra nûr-u mütecessim gibi dimağdan erimiş sakaldan mecra bulup kendini gösteren fikir ve edebin tebessümüdür.



    Bediüzzaman



    Muhakemat


  2. #2
    Dost _tefekkur_ - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    Dec 2008
    Mesajlar
    14

    Standart

    """Ve ehl-i tefekkür için öyle şirin bir mütalâagâh oluyor ki, akıl tarifinden âcizdir."""

    ALLAH C.C RAZI OLSUN ..EMEĞİNİZE BİN BEREKET BİN SEVAP OLSUN İNŞAALLAH...

+ Konu Cevaplama Paneli

Konu Bilgileri

Users Browsing this Thread

Şu an 1 kullanıcı var. (0 üye ve 1 konuk)

     

Benzer Konular

  1. Kalbi Bozan Altı Şey
    By aşur in forum İslami Nitelikli Yazılar
    Cevaplar: 3
    Son Mesaj: 17.08.20, 15:36
  2. Altı Şey Güzeldir
    By yasemenn in forum Hadis-i Şerifler
    Cevaplar: 6
    Son Mesaj: 09.07.19, 12:04
  3. Göz Altı Halkaları
    By YASİNKOCA in forum Sağlık
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 12.03.13, 09:36
  4. Altı küçük not...
    By gamze-i_dilruzum in forum Serbest Kürsü
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 27.11.12, 21:19
  5. Altı Aylık Süreç
    By Şahide in forum Gündem
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 10.04.08, 11:22

Bu Konudaki Etiketler

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Var
Google Grupları
RisaleForum grubuna abone ol
E-posta:
Bu grubu ziyaret et

Search Engine Friendly URLs by vBSEO 3.6.0