Bir Seyahatin Ardından
Zübde-i kainat, kainat sahibinin onun adına sözcüsü, gözü, kulağı, yorumcusu, şarihi, tercümanı, seyredeni, muallimi, muarrifi daha çok şey.
Bediüzzaman Miraç isimli eserinde kendine gelinceye kadar kimsenin anlatmadığı bir boyutta yorumlamıştır Miraç olayını. İslamda kelimeler, kelamlar, ayetler, hadisler kıyamete kadar yeni yorumlara açık bir şekilde bekleyeceklerdir. Onların anlamlarını hiç kimse bitiremez, onlar o kadar geniş bir şekilde söylenmiş ve ifade edilmişlerdir. Bütün zamanların ihtiyaçlarına cevap verecek bir boyutta ve azamette söylenmişlerdir.
Bediüzzaman’ın Miraç risalesinde kullanılan fiiller önemlidir. En çok kullanılan fiiller gezmek, gezdirmek, irae etmek, müşahade ve temaşa fiilleridir. Bunlar Miraç olayının odağında manaların santralinde bulunurlar. Peygamberimizin bu seyahatı kısaca şöyle anlatılır: “Bu seyahat-ı cüziyede bir seyr-i umumi ve uruc-ı külli var ki, ta Sidretü'l-Müntehaya ta Kab-ı Kavseyn’e kadar meratib-i külliye-i esmaiyede gözüne kulağına tesadüf eden ayat-ı rabbaniyeyi ve a c a i b – i sanat –ı ilahiyeyi işitmiş görmüştür." (Sözler 760) Peygamber umumi bir seyir için, kendine has bir seyir olmakla birlikte ümmeti için yapılan bir seyir, kısmi ve mevzi bir olayı değil, herkesi ilgilendiren bir seyir. Varlığın ve imkan ülkesinin bittiği noktadan, Allah ile karşılıklı iki yay gibi yakın bir düzeye gelmek şeklinde bir büyük seyahat ve seyir. Oraya gidinceye kadar Allah’ın isimlerinin bütün külli tecellilerini görerek, gözüne, kulağına rastlayan Rabbani delileri ve Allah’ın sanatının görülmemiş olanlarını işitmiş ve görmüştür.
İnsan dünyada beş duyusu ile varlık ve nesneler arasında bir uyum içinde yaşar. Gördükleri ile gören arasında bir şaşırma olmaz, bulut, yağmur, koyun, sinek, bu nesneler ile insanın onları gören ve değerlendiren zekası arasında bir sapma olmaz, nesneler ile beş duyu arasında uyum vardır. Ama bu bizim için tanzim edilen sahnenin dışındaki sahnenin dışı ise bizim beş duyumuza göre düzenlenmemiş, ordaki varlıklar bizim beş duyumuzun voltajını çatlatır, dayanamaz. Bu yüzden Resulullah da Cebrail’i ilk gördüğünde heyecanlanmıştır. Eşine “beni ört" diye olayın ilk intibalarını garipsemiştir. Ama vücudunda ve kalbinde yapılan voltaj yükseltme ameliyelerinden sonra semavattaki acaipleri görmeden yıkıcı anlamda etkilenmemiştir. Hz Musa’ın görüntü akabinde yere düşmesi ile Hz Hamza’nın Cebrail’i görürken düşmesi bu nesne ile duyular arasındaki uyumsuzluktan ileri gelmektedir. Resullah, "Ben miraçta gördüğümden daha güzel şeyler görmedim” der.
Şimdi bir vezir hükümdarının saltanatını bilmeden görmeden onun vezirliğini yapamaz, bu yüzden bu büyük vezir-i azam Allah resulü Allah’ın mülkünü tanımak için onun tarafından bir seyahata çağrılmış ve onun adına ümmeti için Allah’ın mülkünde seyahat etmiş ve daha sonra gördüklerini yeri geldiğinde ümmetine anlatmıştır.
Miraçta görülen şeyleri anlatırken Bediüzzaman acip ve acaib kelimelerini çok kullanır, gördüğüm kadarı ile anahtar noktalarda beş yerde kullanır. İkinci kullanışında şöyle konuşur Üstad: "Madem Sani-i Zülcelal mülk ve melekutundaki ayat-ı acibesini göstermek ve şu alemin tezgah ve menbalarını temaşa ettirmek ve amal-i beşeriyenin netaic-i uhreviyesini irae etmek istemiş” (777) Bu cümle Miracın özeti gibi. Allah görünen ve görünmeyen alemdeki alışılmadık varlık delillerini göstermek ve şu alemin hazırlandığı tezgahların bulunduğu alemleri ve bu alemin kaynaklarını temaşa ettirmek için ve kullarının amellerinin oraya nasıl yansıdığını göstermek için kuluna bunları göstermek istemiş. Temaşa görmekten farklıdır, derinlikli olarak bakmaktır. Peygamberimiz onları temaşa etmeli ta ki Resulü olduğu Allah’ın mülkünü başkalarına anlatsın. Bir peygamber peygamberi olduğu yüce bir mercinin saltanatını eserleri görmese nasıl peygamber olabilir. Büyüklüğü zihninde oluşacak ki başkalarına da anlatsın. Temaşa, acibe, iare kelimeleri Resullullahın temaşa, garip şeyleri görmek ve göstermek için çağrıldığını ifade eder.
Göstermekle acib kelimesi bir başka cümlede kullanılır. “O acib sanatının makinelerini ve tezgahlarını ve aşağıdan gelen mahsulatın mahzenlerini göstere göstere ta daire-i hususiyesine kadar getirir. Bütün o kemalatın madeni olan mübarek Zatını ona göstermekle ve huzuruyla O’nu müşerref eder. Kasrın hakaikini ve kemalatını ona bildirir." (783) Göstere göstere getirmek, hususi dairesine getirmek, Zat’ını ona göstermek, huzuru ile müşerref etmek, kasrın hakaikini yani şu alemin hakikatlarını ve kemalatlarını ona bildirmek. Miracın özeti bir cümle. Resülünü bütün mülkünde dolaşrırır, özel dairesine getirir, alemin hakikatlerini ona gösterir, sonra gönderir.
Şu kainatı enva-i acaib ile süslemiştir Allah. Bu görülmedik şeylerin Resulü tarafından görülmesi gerekir. Kainatı hazine-i gaybiyelerle donatmıştır, O hazineleri Resulün görmesi gerekir. İşte Miraç bu yüzden ona mahsusdur.
Mirac’ın meyvelerini anlatırken şöyler der: "İşte Zat-ı Ahmediye öyle bir Zat-ı Zülcelalin şuunatını ve acaib-i sanatını ve alem-i bekada hazain-ı rahmetini görmüş, gelmiş, beşere söylemiş." (796)
Mirac’ın odağında Allah’ın sanatının en görülmediklerini, şu alemin tezgahlarını, makinelerini görmek ve gelerek ümmetine anlatmaktır. Bu yüzden Allah Resulu, "Eğer benim bildiğimi bilseydiniz, çok ağlar az gülerdiniz.” der.
Miraç hadisesinin anlatımında Bediüzzaman temaşa, gezmek, gezdirmek, görmek, irae etmek, müşahade kelimeleri ile seyahatın odak noktalarına vurgu yapar. Beş yüz yıldır Shakespeare’in Hamlet’i yorumlanır, birisi onun için, “Hamlet keşfedilmeyi bekliyor" diyor. Miraç risalesi daha büyük nitelikli bir eser, çok keşfedilmeyi bekliyor, Allah kaşifleri artırsın.
Prof. Dr. Himmet Uç