YİRMİ İKİNCİ SÖZ
BİRİNCİ MAKAM/BİRİNCİ BURHAN

“Gel, her tarafa bak, herşeye dikkat et. Bütün bu işler içinde gizli bir el işliyor. Çünkü, bak, bir dirhemHAŞİYE 1 kadar kuvveti olmayan, bir çekirdek küçüklüğünde birşey, binler batman yükü kaldırıyor. Zerre kadar şuuruHAŞİYE 2 olmayan, gayet hakîmâne işler görüyor.
Demek bunlar kendi kendilerine işlemiyorlar. Onları işlettiren gizli bir kudret sahibi vardır. Eğer kendi başına olsa, bütün baştan başa bu gördüğümüz memlekette her iş mucize, herşey mucizekâr bir harika olmak lâzım gelir. Bu ise bir safsatadır.”

HAŞİYE 1 Ağaçları başlarında taşıyan çekirdeklere işarettir.
HAŞİYE 2 Kendi kendine yükselmeyen ve meyvelerin sıkletine dayanmayan üzüm çubukları gibi nâzenin nebâtâtın, başka ağaçlara lâtif eller atıp sarmalarına ve onlara yüklenmelerine işarettir.

dirhem-batman: biri gram, diğeri kilo düzeyinde, iki eski ağırlık ölçüsü zerre: molekül, atom şuur: bilinç hakîmâne: bilgece ve hikmetli bir biçimde, amaç ve yarar gözeterek, boşuna hiçbir şey yapmayacak şekilde mucizekâr: mucize gösterircesine iş yapan safsata: saçma sapan şey sıklet: ağırlık nâzenin: ince, nâzik nebâtât: nebatlar, bitkiler lâtif: ince, hoş

GÖZÜNÜ AÇTIĞI ÂLEMDE “Bizi buraya getiren kim?” sorusuna cevap arayan temsilî hikâyenin kahramanı, çevresinde olup bitenleri hep bu sorunun ışığında inceliyor. “Kim?” sorusu bir faili işaret ettiği için, kahramanımızın dikkati de fiiller üzerinde, fiil-fail ilişkisi etrafında yoğunlaşacaktır. Bu âlem ise, bakanlara, bu yönden büyük bir zenginlik sunuyor. Çünkü her an, her yerde, pek çok hayret verici işler olup bitiyor. Yalnız, fiilden faile intikal etmek isteyen bir gözlemci, burada kendisini ilginç bir durumla karşı karşıya buluyor: Fiiller ile görünürdeki failler arasında bir nispetsizlik var. Pek büyük kuvvet gösterileri en güçsüz varlıkların elinde ortaya çıkıyor; üstün bir zekâ eseri olarak görünen işlerin kahramanları ise bilinçsiz varlıklar!
Burada, Risale-i Nur’un izlediği yöntemle ilgili olarak önemli bir noktaya temas edelim: Gözlemler hepimizin hergünkü dünyamızı kapsamakta, verilen örnekler herkesin bildiği, “sıradan” varlıklar ve olaylar arasından seçilmektedir. Bu, aslında, Kur’ân’ın yöntemidir. Âyetler, önümüze tevhid delillerini sererken, herkesin görüp bildiği şeyleri örnek olarak gösterir: güneş, ay, deniz, dağ, gece, gündüz, bitkiler, hayvanlar, yediklerimiz, giydiklerimiz, bindiklerimiz… Yüce kitabımız, böylece, hangi kültür seviyesinde olursa olsun, aklı başında olan herkese birden hitap eder; herkes kendi seviyesine göre o hitaptan bir pay alır. Kur’ân’ın yöntemini benimseyen Risale-i Nur da, tevhid dersini verirken, bizi zora sokmaksızın, hepimizin içli dışlı olduğu varlık ve olayları delil olarak kullanır ve anlatacağını herkese birden anlatır. Bu konuya, İkinci Makamın başında, Birinci Lem’ada daha ayrıntılı bir şekilde değinilecektir. Şimdilik, incelemekte olduğumuz eserin örneklerinin de günlük hayatımızdan alınmış âşinâ varlıklar ve olaylardan ibaret olduğunu hatırlatmakla yetinelim.
Birinci Burhanın dipnotlarında verilen örneklerin ikisi de bitkiler âleminde görülen olağanüstülüklere dikkatimizi çekiyor. Ağaçlar her zaman gözümüzün önünde olan, dünyamızın son derece doğal bir parçasıdır. Fakat bu “doğallık,” akıl almaz bir olağanüstülük içinde belirir: Görünürde onları taşıyan, bir çekirdekten başka birşey değildir. Bir incir çekirdeği, bağrında barındığı topraktan hiçbir şey eksiltmeksizin, sadece ışıkla, havayla, suyla beslenerek, kendi içinden dağ gibi bir ağaç çıkarır, onu başı üzerinde yükseltir, binlerce dalından tonlarca meyve verir. Apaçık bir kudret eseri, kudretten bir zerrecik nasibi olmayan bir çekirdek üzerinde belirmektedir.
Kendi üzerinde yükselemeyen bitkiler de çaresiz değillerdir. Onlar da kendilerine bir başka dayanak bulur, ona sarılır, öylece yeryüzünün çekimine karşı koyar ve yükselir. Bu defa apaçık bir hikmet eseri, bilinçten tümüyle yoksun çubuklar ve dallar üzerinde kendisini göstermektedir.
Kahramanımızın bu gözleminden çıkardığı sonucu incelediğimiz zaman, son derece yalın ve o derece de güçlü bir mantık yürütmeyle karşılaşıyoruz:
- Ağacın büyümesi ve sarmaşığın sarılması, gözümüz önünde cereyan eden fiillerdir. Bunların varlığında hiçbir kuşku yoktur.
- Bu fiiller kudretli ve hikmetli fiillerdir. Bu da gözümüzle gördüğümüz ve şüphe edilmeyecek kadar açık bir gerçektir.
- Fiiller her zaman bir fail ister. Bu da dünyamızın en açık gerçekleri arasında, hiç kimsenin itiraz edemeyeceği bir başka gerçektir.
- Lâkin ne ağacın çekirdeği, ne de asma çubuğu, bu fiillerin faili olabilecek özelliklere sahip değildir; çünkü onların kudretten ve hikmetten nasipleri yoktur. Kudret ve hikmet eseri, onların kendilerinde değil, onlara yaptırılan işte görülmektedir.
- Eser ortada, fiil ortada, fiildeki kudret ve hikmet özellikleri ortada olduğuna göre, bu fiillerin, kudret ve hikmet sahibi bir failinin olması gerekir.
- Gözümüzle görebildiğimiz varlıklar arasında bu özelliklere sahip bir faile rastlayamıyoruz. Öyleyse, bütün bu olağanüstü işlerin, bizim göremediğimiz bir faili olmalıdır.
Okuyucu, elbette ki, bu örneklerden yola çıkarak, “Bir dirhem kadar kuvveti olmayan, bir çekirdek küçüklüğünde birşey, binler batman yükü kaldırıyor; zerre kadar şuuru olmayan, gayet hakîmâne işler görüyor” hükmünü doğrulayacak daha pek çok örnekler bulup çıkarabilir. Yahut bu hükmün doğruluğunu, bilgisi nispetinde, daha pek çok örnekler üzerinde deneyebilir. Burada son derece esaslı bir ispat ve tefekkür yöntemi verilmekte ve bu yöntem, bir temsilî hikâyenin sadeliği içinde sunulmaktadır. Hayatın kendisi de böyledir: En esaslı gerçekler ve en temel ihtiyaçlar, günlük hayatın basitliği içinde bize sunulur: soluduğumuz hava, içtiğimiz su gibi.