-Rahmet-i İlahiye'ye vasıta olmaları:
Cenab-ı Hakkın engin ve zengin rahmeti kainatın tamamını kuşatmıştır. Özellikle bu latif rahmet, rahmete daha layık ve müstahak olanlara, daha kolay ve çabuk ulaşır. Rahmete mazhar olanların başında ise yavrular, acizler, garipler ve masumlar gelmektedir. İşte yavrular hükmüne geçmiş, kendi ihtiyacını göremeyecek kadar çok aciz duruma gelmiş, bütün sevdiklerinin ahirete göçmesiyle yalnızlaşıp fevkalade garipleşmiş ve masumiyet kesb etmiş ihtiyarlar, elbette ilahi rahmete herkesten ve her şeyden daha ziyade layıktırlar. Rahmete ermek isteyenlerin bu ihtiyarlara daha çok merhamet etmesi icap eder.
Bu konuda Bediüzzaman Hazretleri şu tespitlerini kaydeder: “Eğer rahmet-i Rahman istersen, o Rahman'ın vedialarına ve senin hanendeki emanetlerine rahmet et.
Âhiret kardeşlerimden Mustafa Çavuş isminde bir zât vardı. Dininde, dünyasında muvaffakiyetli görüyordum. Sırrını bilmezdim. Sonra anladım ki, o muvaffakiyetin sebebi: O zât ise, ihtiyar peder ve vâlidelerinin haklarını anlamış ve o hukuka tam riayet etmiş ve onların yüzünden rahat ve rahmet bulmuş. İnşallah âhiretini de tamir etmiş. Bahtiyar olmak isteyen ona benzemeli.” ( Mektubat, s: 262)
1-Musibetlerin def' edilmesinde şefaatçi olmaları:
Hadis-i Şerifte: "Aranızda beli bükülmüş ihtiyarlarınız, otlayan hayvanlarınız ve emzirilen çocuklarınız olmasa idi, belalar sel gibi üstünüze dökülecekti." ( Keşfü-l Hafa, 2/163) buyurulmakla, bir eve, millete, devlete veya mevkie inecek olan musibeti def'edecek sebeplerin başında, ihtiyarların varlığı gelmektedir.
Bu nedenle ihtiyarları sevmeli, saymalı, onlara kötü söz söylememeli, azarlamamalı, hatta “öf” bile denilmemelidir. Çünkü, onlar Allah'ın bir hediyesi ve emanetidir. Allah'ın emanetine hürmet edenler, rahmete mazhar olacaklardır. O emanete gereken ihtimamı ve merhameti gösteremeyenler ise, hem bu dünyada hem de ahirette rahmetten mahrum kalacaklardır.
Kur'an-ı Kerimin muhtelif Ayet-i Kerimelerinde ve bazı Hadis-i Şeriflerde anne ve babalara hürmetin Allah'a ve Resulüne ( a.s.m ) hürmet anlamında olduğu ve onları kırmamak lazım geldiği ifade edilmektedir.
Bunlardan birkaçı şöyle:
“Yüce Rabb 'in şöyle emretti; Yalnız Allah'a ibadet edeceksiniz, ana - babalarınıza iyilik yapacaksınız. Şayet bunlardan biri veya her ikisi senin yanında ihtiyarlarsa sakın onlara "öf " dahi deme, yüzlerine bağırma, onlara tatlı söz söyle. Onlara, merhamet belirtisi olarak tevazu kanadını aç da, "Ya Rab, küçüklüğümde bana şefkat gösterdikleri gibi, sen de onlara merhamet et de "(İsra suresi, 23-24)
"Biz, insana, ana-babasına iyilikte bulunmayı tavsiye ettik. Özellikle de anasını tavsiye ederiz ki, o, kat kat zaafa düşerek ona hamile kalmış, emzirmesi de tam iki sene sürmüştür. Binaenaleyh; bana ve ana - babana şükret. " ( Lokman suresi, 14 ).
Peygamber Efendimiz de (a.s.m) "kime iyilik yapayım?" diye üç defa soran bir sahabeye, üç defasında da, "annene" cevabını verir. Sonra sorduğunda ise, babasına iyilik yapması gerektiğini söylemiştir. (Buhârî, Edeb, 2; Müslim, Birr, 1).
Sahabelerden Ebu'd-Derdâ (r.a) bildiriyor: “Hz. Peygamber (a.s.m) bana dokuz önemli şey tavsiye etti. Bunlardan biri de; ana - baba da dahil olmak üzere aile fertlerinin ihtiyaçlarını karşılamaktır." (Buhârî, Edebü'l-Müfred, 9)
Yine Peygamberimiz (a.s.m), cihada katılmak isteyen bir sahabeyi, ihtiyaçlarından dolayı, ana - babasının yanına göndermiştir. (Buhârî, Edebu'l - Müfred, 9).
Bir gün Peygamberimiz (a.s.m) ashabına; "Size, büyük günahların en büyüğünü bildireyim mi?" diye üç defa sordu. Üç defasında da sahabeler "evet bildir, ey Allah'ın Resulü" dediler. Peygamber efendimiz ( a.s.m) ; "bunlar sırasıyla Allah'a ortak koşmak, ana - babaya karşı gelmek, haksız yere adam öldürmek ve yalan söylemek" olduğunu belirtmiştir. (Buhârî, Edeb, 6).
"Ana - babamı ağlar hâlde terk ederek, hicret etmek üzere senin emrini almaya geldim" diyen bir sahabeye Peygamberimiz (a.s.m): "Onlara dön, nasıl ağlattınsa onları öylece güldür, sevindir" der ve henüz Müslüman dahî olmayan ana - babasının yanına gönderir.
Peygamberimiz (a.s.m) çok öfkeli bir şekilde üç defa, "Yazıklar olsun o kimseye " dediğinde Ashab-ı Kiram; "Kimdir o? Ey Allah'ın Resulü! " diye sorunca; "Ana - babası veya bunlardan birisi yanında ihtiyarladığı hâlde, Cennet'e giremeyip Cehennem'i boylayan kimse" der. (Müslim, Birr, 9).
Amr ibn ül-Âs'ın oğlu Hz. Abdullah (r.a) anlatıyor: Bir adam peygamberimiz (a.s.m)'a gelerek cihada gitmek için izin istedi. Peygamberimiz de ona; "Annen baban sağ mıdır?" diye sordu. Adam: "Evet", deyince Resulüllah (a.s.m): "O hâlde sen önce onların rızasını almaya çalış, " buyurarak ona bu görevini hatırlattı. (Tecrid-i Sarih Tercümesi, VIII, 377).
Hz. Peygamber (a.s.m) çocukların ebeveynlerine karşı sorumluluklarının ne kadar büyük olduğunu şöyle dile getirmektedir: "Çocuk, hiç bir iyilikle babanın hakkını ödeyemez. Ancak onu köle olmuş bir vaziyette bulur da satın alarak hürriyetine kavuşturursa hakkını öder." (Buhârî, Edebü'l-Müfred, 6)
Hz. Büreyt (r.a)'dan rivayet edilen bir Hadîs-i Şerifte; adamın biri Kâ'be'yi tavaf ederken annesini omzunda taşıyarak tavaf ettirmiş. Resulüllah (a.s.m)'ın yanına gelerek: " Annemin hakkını ödedim mi?" diye sormuş. Resulüllah ( a.s.m) " Hayır, bu yaptığın sana hamile iken alıp verdiği bir nefesin hakkı bile değil." diyerek cevap vermişlerdir.
Yukarıda geçen ayetlerde de görüldüğü gibi, Cenab-ı Hak kendisine ibadetten hemen sonra ebeveyne iyiliği emretmiş, Peygamberimiz de (a.s.m): "Allah'ın rızası, babanın rızasında, gazabı da gazabındadır" (Buhârî, Edebü'l-Müfred, 1; Tirmizî, Birr, 3) buyurmuştur. İyilik yapmada babadan önce gelen annenin durumu da, tabii ki böyledir.
Bu şefkat dolu tasvirin, insanları anne babalarına teşekküre yönelttiği oldukça açıktır. Bu gibi ifadelerden de anlaşıldığı gibi, eşyanın ve varlıkların hakiki makamını ve mertebesini Kur'an ortaya koyduğu gibi, anne ve babalara nasıl davranılması gerektiğini de en iyi İslam dini tasvir etmektedir.
Burhan Sabaz (Dr.)
Sorularla Risale-i Nur