:smiley25:
Printable View
:smiley25:
önce k?bleye dönülür sonra ses telleri kontrol edilir, bir iki ses denemesi yap?l?r, ortam duaya haz?r hale getieilir loş ?ş?klar yak?l?r ve duaya başlan?r büyük istekten küçük isteğe doğru. şaka şaka içimizden geldiği gibi kat?ş?ks?z saf ve içten görür gibi konuşur gibi bakar gibi...
Birinci Sualiniz: Mü'minin mü'mine en iyi duas? nas?l olmal?d?r?
Elcevap: Esbab-? kabul dairesinde olmal?. Çünkü baz? şerâit dahilinde dua makbul olur. Şerâit-i kabulün içtima? nispetinde makbuliyeti ziyadeleşir.
Ezcümle, dua edileceği vakit, istiğfar ile mânevî temizlenmeli; sonra, makbul bir dua olan salâvat-? şerifeyi şefaatçi gibi zikretmeli ve âhirde yine salâvat getirmeli. Çünkü, iki makbul duan?n ortas?nda bir dua makbul olur.
� Hem bizahri'l-gayb, yani g?yaben ona dua etmek,
� Hem hadiste ve Kur'ân'da gelen me'sur dualarla dua etmek; meselâ,
http://www.risaleinurenstitusu.org/t.../mekt/b633.gif -1-
http://www.risaleinurenstitusu.org/t.../mekt/b634.gif -2-
gibi câmi dualarla dua etmek
� Hem hulûs ve huşû ve huzur-u kalble dua etmek,
� Hem namaz?n sonunda, bilhassa sabah namaz?ndan sonra,
� Hem mevâki-i mübarekede, hususan mescidlerde,
� Hem Cumada, hususan saat-i icabede,
� Hem şuhur-u selâsede, hususan leyâli-i meşhurede,
� Hem Ramazan'da, hususan Leyle-i Kadirde dua etmek, kabule karin olmas? rahmet-i ?lâhiyeden kaviyen me'muldür.
O makbul duan?n ya aynen dünyada eseri görünür; veyahut dua olunan?n âhiretine ve hayat-? ebediyesi cihetinde makbul olur. Demek, ayn? maksat yerine gelmezse, dua kabul olmad? denilmez, belki daha iyi bir surette kabul edilmiş denilir.
Yağmursuzluk bir musibettir ve ceza-yı amel bir azaptır. Buna karşı, ağlamakla ve hüzün ve kederle, niyaz ve hazinane yalvarmakla ve pek ciddi nedamet ve tevbe ve istiğfar ile karşılamak ve sünnet-i seniye dairesinde, bid alar karışmadan, şeriatin tayin ettiği tarzda dergah-ı İlahiyeye iltica etmek ve dua ve o hale mahsus ubudiyetle mukabele etmektir.
Emirdağ Lâhikası
Hem bak, öyle bir hâcet-i âmme için duâ ediyor ki, değil ehl-i arz, belki ehl-i semâvât, belki bütün mevcudât, niyazına, "Evet, yâ Rabbenâ, ver, biz dahi istiyoruz" deyip iştirak ediyorlar.
Hem öyle fakirâne, öyle hazinâne, öyle mahbubâne, öyle müştâkâne, öyle tazarrûkârâne niyaz ediyor ki, bütün kâinatı ağlattırıyor, duâsına iştirak ettiriyor.
Bak, hem öyle bir maksad, öyle bir gâye için duâ ediyor ki, insanı ve âlemi, belki bütün mahlûkatı esfel-i sâfilînden, sukuttan, kıymetsizlikten, faydasızlıktan âlâ-yı illiyyîne, yani kıymete, bekâya, ulvî vazifeye çıkarıyor.
Bak, hem öyle yüksek bir fîzâr-ı istimdâdkârâne ve öyle tatlı bir niyaz-ı istirhamkârâne ile istiyor, yalvarıyor ki, güyâ bütün mevcudâta ve semâvâta ve Arşa işittirip, vecde getirip, duâsına "Âmin, Allahümme âmin" dedirtiyor.
19. Mektub