bu hayatın gayesi ve neticesi hayat-ı ebediye olduğu gibi, bir meyvesi de, hayatı veren Zât-ı Hayy ve Muhyîye karşı şükür ve ibadet ve hamd ve muhabbettir ki, bu şükür ve muhabbet ve hamd ve ibadet ise, hayatın meyvesi olduğu gibi, kâinatın gayesidir.
Aziz kardeşim,Risale-i Nur umman?nda böyle anlaş?lmay? bekleyen yüzlerce yer ve kavram var.Bu yerleri ve kavramlar? tek ak?lla anlamak hakikaten zor.Kimse nasipsiz diyemiyorum elbetteki herkes ihtiyac? miktar?nca istifade ediyor ve o hakikatleri ruhunda hissediyor.Ancak yine herkes hissettiklerini ifade edemiyor da olabiliyor.rabbim hissetmeyi ve ihtiyac?m?z miktar?nca da anlamay? nasip eder inşallah.
Elbette ki sizin yukar?ya dört madde olarak sorduğunuz yeri farkl? olarak izah etmek mümkünüdr.zaten kardeşlerimiz bu manada gerekli yerleri eklemişler ve izahlar da yapm?şlar.
Bizler de kendi alemimize yans?yan bu dersten düşen izdüşümleri paylaşmak istedik.Noksanl?klar bizlere aittir.
Risale-i Nur mesleği tarikat değil hakikat mesleği ve sahabe mesleğinin ahir zamanda bir yans?mas? ve cilvesidir. Bu s?rra binaen ölümü ehl-i tarikat gibi rab?ta yapmaya mecbur değil ve meslek-i hakikate de uygun gelmediğini söylüyor Üstad?m?z.
Bu noktalara binaen diyebiliriz ki hakikat noktas?nda istikbale yani gelecekte baş?m?za gelecek olan ölüme hayalen değil fikren bakmak gerekir. Burada fikren bakmak ile hayalen bakmak aras?ndaki fark? anlamak gerekir.Şahs?m ad?na şöyle düşünüyorum.
Hayal, dimağ?n tahayyül mertebesinin yani ilk mertebesinin hüküm olarak kabul ettiğimiz ve de neticesinde safsata olarak Üstad?n tarif ettiği bir mertebedir. Bu mertebe hakikat mesleğince bir kabul değil hatta insan? sorumluluk alt?na dahi sokmayan hayali suretlerin insan?n dimağ?ndaki tahayyül aynas?nda makes bulan haletlerdir.
Fikir mertebesi ile her hükmün tahayyülden ve tasavvurdan geçip taakkul mertebesinde şekillenen ve dimağ?n bitaraf yani tarafs?z olduğu bir mertebesidir. Bu mertebede insan çeşitli delillerle hareket ederek akli ç?kar?mlara başvurur ve o fikir bu aşamada kuvvetlendirilir.
?şte Üstad?n hayale gerek kalmadan fikren istikbale gitmek dediği fark buradad?r. Yani ölüm hakikatini en yak?n daireden düşünmek ve fikretmek. Çünkü vücudumuzdaki hücreler her gün ölüyor. Çevremizde her gün cenazeler kalk?yor. Hayvanlar, bitkiler ölüyor,mevsimler geçiyor ve hakeza.?şte bu deliller fikren bize kuvvetli deliller oluyor ve biz bu delillerle fikren istikbale bakarak kendi ölümümüzü de müşahede ediyoruz ve hayalen değil hakikaten ölümün mahiyetine fikren bak?yoruz ve nefsimiz bu haletten daha tesirli olarak dersini al?yor olmal?d?r.
?nsan bir şecere gibidir der Üstad. ?şte bu ağac?n meyvesi hükmündeki mahiyeti olgunlaşt?ğ?nda bir meyvenin düşmesi misüllü hayat ağac?m?z?n meyvesi de ölüm ile sona erecektir. Çünkü “El mevtü hakkun.” bir hakikattir. Bu hakikate hayalen gitmeye ve de bakmaya lüzum yoktur. Kâinat?n en büyük hakikati olan hayat? kim vermiş ise mevti de o vermiştir. Bu hakikate fikren bakmak gerekir.
?nsan sadece kendi şahs?n?n ölümünü değil her gün dört yüz bir cenaze ile emsallerinin ölümünü de böylece görür ve ölümün hayattan ziyade bizlerden bir isteği olduğunu insan anlar ve anlamal?d?r.
?nsan biraz daha ileri baksa as?rlar?n ölümünü de görür.Çünkü ölüm her bir şehri yüz senede bir defa kabre dahil etmiştir.Demek ki her as?r fevc fevc kendi asr?nda yaşayan insanlar? ölüm ile kabre alm?şt?r.?nsan bu hakikatlere binaen biraz daha ileriye baksa ve ilmi verilere de dayansa dünyan?n ölümü olan k?yameti de anlar ve “Her nefis ölümü tadacakt?r.” Hakikatini müşahede eder.
Şimdilik paylaş?mlar?m bu kadar,selametle kal?n?z.
Biz ise hem insancasına, hem Müslümancasına yaşamak istiyoruz. (Bediüzzaman)
İşte Üstadın hayale gerek kalmadan fikren istikbale gitmek dediği fark buradadır. Yani ölüm hakikatini en yakın daireden düşünmek ve fikretmek. Çünkü vücudumuzdaki hücreler her gün ölüyor. Çevremizde her gün cenazeler kalkıyor. Hayvanlar, bitkiler ölüyor,mevsimler geçiyor ve hakeza.İşte bu deliller fikren bize kuvvetli deliller oluyor ve biz bu delillerle fikren istikbale bakarak kendi ölümümüzü de müşahede ediyoruz ve hayalen değil hakikaten ölümün mahiyetine fikren bakıyoruz ve nefsimiz bu haletten daha tesirli olarak dersini alıyor olmalıdır
Allah Razı olsun abi. İşte bu paragrafın bana daha önce fikren yaşadığımıda hatırlattı. Siz ne mübarek bir abisiniz.
Yani bu gördüğümüz ibretler fikren aklımıza kanıt oluyor
değilmi abi.
Hatta hastalandığımda da bunu hissettim.
Hayal değil abi. Gerçek bir fikir olarak.
Hayalle fikir arasındaki farkı şimdi anladım abi.
Fikir olarak anlamak hissederek anlamaktır.
İnşaallah doğru anlamışımdır
Bu bana bir anahtar oldu.
Allah Razı Olsun. Allah Mahşerde benide sizlerle haşreder inşaallah.
bu hayatın gayesi ve neticesi hayat-ı ebediye olduğu gibi, bir meyvesi de, hayatı veren Zât-ı Hayy ve Muhyîye karşı şükür ve ibadet ve hamd ve muhabbettir ki, bu şükür ve muhabbet ve hamd ve ibadet ise, hayatın meyvesi olduğu gibi, kâinatın gayesidir.
Aynada saç?ma bakt?kça, beyaz k?llar bana diyorlar: "Dikkat et!"
?şte o beyaz k?llar?n ihtar?yla vaziyet tavazzuh etti. Bakt?m ki, çok güvendiğim ve ezvâk?na meftun olduğum gençlik elveda diyor. Ve muhabbetiyle pek çok alâkadar olduğum hayat-? dünyeviye sönmeye başl?yor ve pek çok alâkadar ve adeta âş?k olduğum dünya bana uğurlar olsun deyip, misafirhaneden gideceğimi ihtar ediyor. Kendisi de Allaha?smarlad?k deyip, o da gitmeye haz?rlan?yor. Kur'ân-? Mu'cizü'l-Beyan âyetinin külliyetinde, "Nev-i insanî bir nefistir; dirilmek üzere ölecek. Ve küre-i arz dahi bir nefistir; bâki bir surete girmek için o da ölecek. Dünya dahi bir nefistir; âhiret suretine girmek için o da ölecek" mânâs?, âyetin işaretinden kalbe aç?l?yordu.
Marifet ufku....
Muhabbet denizinde çalan bir melodi gibidir
Ara s?ra sinemaya ibret için gittiğimden, bana, ?stanbul içindeki insanlar, o dakikada, sinemada geçmiş zaman?n gölgelerini haz?r zamana getirmek cihetiyle, ölmüş olanlar? ayakta gezer suretinde gösterdikleri gibi, aynen ben de, o vakit gördüğüm insanlar?, ayakta gezen cenazeler vaziyetinde gördüm. Hayalim dedi ki: Madem bu kabristanda olanlardan bir k?sm?, sinemada, gezer gibi görülüyor; ileride katiyen bu kabristana girecekleri, girmiş gibi gör. Onlar da cenazelerdir, geziyorlar
Marifet ufku....
Muhabbet denizinde çalan bir melodi gibidir
Dördüncü Mertebe-i Nuriye-i Hasbiye: Bir vakit ihtiyarl?k, gurbet, hastal?k, mağlubiyet gibi vücudumu sarsan âr?zalar, bir gaflet zaman?ma rastgelip şiddetle alâkadar ve meftun olduğum vücudumu, belki mahlûkat?n vücudlar?n? "ademe gidiyor" diye elîm bir endişe verirken, yine bu Âyet-i Hasbiyeye müracaat ettim. Dedi: "Mânâma dikkat et ve îman dürbünüyle bak!" Ben de bakt?m ve îman gözüyle gördüm ki: Bu zerrecik vücudum, her mü'minin vücudu gibi hadsiz bir vücudun âyinesi ve nihayetsiz bir inbisat ile hadsiz vücudlar? kazanmas?na bir vesile ve kendinden daha k?ymetdar bâki, müteaddid vücudlar? meyve veren bir kelime-i hikmet bulunduğunu ve mensubiyet cihetiyle bir an yaşamas?, ebedî bir vücud kadar k?ymetdar olduğunu ilmelyakîn ile bildim. Çünki şuur-u îman ile bu vücudum Vâcib-ül Vücud'un eseri ve san'at? ve cilvesi olduğunu anlamakla, vahşi evhamdan ve hadsiz firaklardan ve hadsiz müfarakat ve firaklar?n elemlerinden kurtulup; mevcudata, hususan zîhayatlara taalluk eden ef'al ve Esmâ-i ?lahiye adedince uhuvvet rab?talar?yla münasebet peyda eylediğim bütün sevdiğim mevcudata muvakkat bir firak içinde daimî bir visâl var olduğunu bildim. ?şte îman ile ve îmandaki intisab ile, her mü'min gibi, bu vücudum dahi hadsiz vücudlar?n firaks?z envar?n? kazan?r; kendi gitse de onlar arkada kald?ğ?ndan kendisi kalm?ş gibi memnun olur.
Hülâsa: Ölüm firak değil, visâldir, tebdil-i mekând?r, bâki bir meyveyi sünbül vermektir.
Beşinci Mertebe-i Nuriye-i Hasbiye: Yine bir vakit hayat?m çok ağ?r şerait ile sars?ld? ve nazar-? dikkatimi ömre ve hayata çevirdi. Gördüm ki: Ömrüm koşarak gidiyor, âhirete yak?nlaşm?ş. Hayat?m dahi tazyikat alt?nda sönmeye yüz tutmuş. Halbuki Hayy ismine dair Risalede izah edilen hayat?n mühim vazifeleri ve büyük meziyetleri ve k?ymetdar faideleri böyle çabuk sönmeye değil, belki uzun yaşamağa lây?kt?r, diye müteellîmane düşündüm. Yine üstad?m olanحَسْبُنَا اللّهُ وَنِعْمَ الْوَكِيلُ âyetine müracaat ettim. Dedi: "Sana hayat? veren Hayy-? Kayyum'a göre hayata bak!" Ben de bakt?m, gördüm ki: Hayat?m?n bana bakmas? bir ise, Zat-? Hayy-? Kayyum'a bakmas? yüzdür; ve bana ait neticesi bir ise, Hâl?k?ma ait bindir. Şu halde marzî-i ?lahî dairesinde bir an yaşamas? kâfidir, uzun zaman istemez. Bu hakikat dört mes'ele ile beyan ediliyor. Ölü olmayanlar veyahud diri olmak isteyenler, hayat?n mahiyetini ve hakikat?n? ve hakikî hukukunu o dört mes'ele içinde aras?nlar, bulsunlar ve dirilsinler!..
Hülâsas? şudur ki: Hayat, Zat-? Hayy-? Kayyum'a bakt?kça ve îman dahi hayata hayat ve ruh oldukça, beka bulur hem bâki meyveler verir, hem öyle yükseklenir ki, sermediyet cilvesini al?r, daha ömrün k?sal?ğ?na ve uzunluğuna bak?lmaz.
Alt?nc? Mertebe-i Nuriye-i Hasbiye: Müfarakat-? umumiye hengâm?nda olan harab-? dünyadan haber veren âhirzaman hâdisat? içinde müfarakat-? hususiyemi ihtar eden ihtiyarl?k ve âhir ömrümde bir hassasiyet-i fevkalâde ile f?trat?mdaki cemalperestlik ve güzellik sevdas? ve kemalâta meftuniyet hisleri inkişaf ettikleri bir zamanda, daimî tahribatç? olan zeval ve fena ve mütemadi tefrik edici olan mevt ve adem, dehşetli bir surette bu güzel dünyay? ve bu güzel mahlûkat? h?rpalad?ğ?n?, parça parça edip güzelliklerini bozduğunu; fevkalâde bir şuur ve teessür ile gördüm. F?trat?mdaki aşk-? mecazî, bu hâle karş? şiddetli galeyan ve isyan ettiği zamanda bir medâr-? teselli bulmak için yine bu Âyet-i Hasbiyeye müracaat ettim. Dedi: "Beni oku ve dikkatle mânâma bak!" Ben de Sure-i Nur'daki اَللّهُ نُورُ السَّموَاتِ وَاْلاَرْضِ ilâ âhir... âyetinin rasathanesine girip îman?n dürbünüyle bu Âyet-i Hasbiye'nin en uzak tabakalar?na ve şuur-u îmanî hurdebini ile en ince esrar?na bakt?m, gördüm: Nas?lki âyineler, şişeler, şeffaf şeyler, hatta kabarc?klar; Güneş ziyas?n?n gizli ve çeşit çeşit cemalini ve o ziyan?n elvan-? seb'a denilen yedi renginin mütenevvi güzelliklerini gösteriyorlar ve teceddüd ve teharrükleriyle ve ayr? ayr? kabiliyetleriyle ve inkisaratlar?yla o cemal ve o güzellikleri tazeleştiriyorlar ve inkisaratlar?yla Güneş'in ve ziyas?n?n ve elvan-? seb'as?n?n gizli güzelliklerini güzel izhar ediyorlar. Aynen öyle de: Şems-i Ezel ve Ebed olan Cemil-i Zülcelâl'in cemal-i kudsîsine ve nihayetsiz güzel Esmâ-i hüsnas?n?n sermedî güzelliklerine âyinedarl?k edip cilvelerinin tazelenmesi için bu güzel masnu'lar, bu tatl? mahluklar, bu cemalli mevcudat, hiç durmayarak gelip gidiyorlar; kendilerinde görünen güzellikler ve cemaller, kendilerinin mal? olmad?ğ?n?, belki tezahür etmek isteyen sermedî ve mukaddes bir cemalin ve daimî tecelli eden ve görünmek isteyen mücerred ve münezzeh bir hüsnün işaretleri ve alâmetleri ve lem'alar? ve cilveleri olduğunun pek çok kuvvetli delilleri Risale-i Nur'da tafsilen izah edilmiş. Burada o bürhanlardan üç tanesi, k?saca gâyet makul bir surette zikredilmiştir, diye beyana başlar. Bu Risaleyi gören herbir zevk-i selim ashab? hayrette kalmakla beraber kendilerinin istifadelerinden başka, gayrilerinin de istifadelerine çal?şmay? lâz?m buluyorlar. Hususan ikinci bürhanda beş nokta beyan ediliyor. Akl? çürük, kalbi bozuk olmayan, her halde takdir ve tahsin ve tasvib ile "Mâşâallah Fetebârekâllah" diyecek; fakir, hakir görülen vücudunu teâli ettirecek.. harika bir mu'cize olduğunu derk ve tasdik edecek.
bu hayatın gayesi ve neticesi hayat-ı ebediye olduğu gibi, bir meyvesi de, hayatı veren Zât-ı Hayy ve Muhyîye karşı şükür ve ibadet ve hamd ve muhabbettir ki, bu şükür ve muhabbet ve hamd ve ibadet ise, hayatın meyvesi olduğu gibi, kâinatın gayesidir.
ONÜÇÜNCÜ R?CA: (Haşiye) Bu rîcada sergüzeşt-i hayat?m?n mühim bir levhas?ndan bahsedeceğimden, herhalde bir derece uzun olacak. Usanmaman?z? ve gücenmemenizi arzu ediyorum. Harb-i Umumî'de, Rus'un esaretinden kurtulduktan sonra, ?stanbul'da iki üç sene Dar-ül Hikmet'te hizmet-i diniye beni orada durdurdu. Sonra Kur'an-? Hakîm'in irşad?yla ve Gavs-? Azam'?n himmetiyle ve ihtiyarl?ğ?n intibah?yla ?stanbul'daki hayat-? medeniyeden usanç ve şaşaal? hayat-? içtimaiyeden bir nefret geldi. Dâüss?la tabîr edilen iştiyak-? vatan hissi beni vatan?ma sevketti. Madem öleceğim, vatan?mda öleyim diye Van'a gittim. Herşeyden evvel, Van'da Horhor denilen medresemin ziyaretine gittim. Bakt?m ki; sair Van haneleri gibi onu da Rus istilâs?nda Ermeniler yakm?şlard?. Van'?n meşhur kal'as? ki, dağ gibi yekpare taştan ibarettir. Benim medresem onun tam alt?nda ve ona tam bitişiktir. Benim terkettiğim yedi sekiz sene evvel, o medresemdeki hakikaten dost, kardeş, enis talebelerimin hayalleri gözümün önüne geldi. O fedakâr arkadaşlar?m?n bir k?sm? hakikî şehid diğer bir k?sm? da o musîbet yüzünden mânevî şehid olarak vefat etmişlerdi. Ben ağlamaktan kendimi tutamad?m ve kal'an?n tâ medresenin üstündeki iki minare yüksekliğinde medreseye nâz?r tepesine ç?kt?m, oturdum. Yedi sekiz sene evvelki zamânâ hayalen gittim. Benim hayalim kuvvetli olduğu için, beni o zamanda hayli gezdirdi. Etrafta kimse yoktu ki, beni o hayalden çevirsin ve o zamandan çeksin. Çünki yaln?z idim. Yedi sekiz sene zarf?nda, gözümü açt?kça bir as?r zaman geçmiş kadar bir tahavvülât görüyordum. Bakt?m ki benim medresemin etraf?ndaki şehir içi Kal'a dibi mevkii, bütün baştan aşağ?ya kadar yand?r?lm?ş, tahrib edilmiş. Evvelki gördüğümden şimdiki gördüğüme, güya iki yüz sene sonra dünyaya gelip, öyle hazîn nazarla bakt?m. O hanelerdeki adamlar?n çoğu ile dost ve ahbab idim. K?sm-? azam? Allah Rahmet etsin muhaceret ile vefat etmişler, gurbette perişan olmuşlard?. Hem Ermeni mahallesinden başka Van'?n bütün müslümanlar?n?n haneleri tahrib edilmiş gördüm. Benim kalbim en derinden s?zlad?. O kadar rikkatime dokundu ki, binler gözüm olsayd? beraber ağlayacakt?. Ben, gurbetten vatan?ma döndüm; gurbetten kurtuldum zannediyordum. "Vâ-esefâ", gurbetin en dehşetlisini vatan?mda gördüm. Onikinci Rica'da bahsi geçen AbdurRahmân gibi, ruhumla pek alâkadar yüzer talebelerimi, dostlar?m? kabirde ve o ahbablar?n yerlerini harabezar gördüm. Eskiden beri hat?r?mda olan bir zat?n bir f?kras? vard?, tam mânâs?n? göremiyordum.. o hazîn levha karş?s?nda tam mânâs?n? gördüm. F?kra budur:
لَوْلاَ مُفَارَقَةُ اْلاَحْبَابِ مَا وَجَدَتْ لَهَا الْمَنَايَا اِلَى اَرْوَاحِنَا سُبُلاً
yâni: "Eğer dostlardan müfarakat olmasayd?, ölüm ruhlar?m?za yol bulamazd? ki gelsin als?n." Demek en ziyade insan? öldüren, ahbabdan müfarakatt?r. Evet hiçbir şey beni o vaziyet kadar yand?rmam?ş, ağlatmam?ş. Eğer Kur'andan, îmandan meded gelmeseydi; o gam, o keder, o hüzün ruhumu uçuracak gibi tesirat yapacakt?. Eskiden beri şâirler şiirlerinde, ahbablar?yla görüştükleri menzillerin mürur-u zamanla harabegâhlar?na ağlam?şlar. Bunun en firkatli levhas?n? da ben gözümle gördüm. ?ki yüz sene sonra gâyet sevdiği dostlar?n mahall-i ikametine uğrayan bir adam?n hüznüyle; hem ruhum, hem kalbim gözüme yard?m edip ağlad?lar. O vakit, gözümün önünde harabezara dönmüş yerlerin, gâyet ma'mur ve şenlikli ve neş'eli ve sürurlu bir surette bulunduğu zaman, yirmi seneye yak?n en tatl? bir hayatta tedris ile, k?ymetdar talebelerimle geçirdiğim hayat?m?n o şirin safahat?, birer birer sinema levhalar? gibi canlan?p görünerek, sonra vefat edip gider tarz?nda, hayali gözümün önünde epey zaman devam etti. O vakit ehl-i dünyan?n haline çok taaccüb ettim. Nas?l kendilerini aldat?yorlar? Çünki o vaziyet, dünyan?n tam fâni olduğunu ve insanlar da içinde misafir bulunduğunu bilbedahe gösterdi. Ehl-i hakikat?n mütemadiyen, dünya gaddard?r, mekkârd?r, fenad?r, aldanmay?n?z demeleri ne kadar doğru olduğunu gözümle gördüm. Hem insan nas?l cismiyle, hanesiyle alâkadard?r; öyle de, kasabas?yla, memleketiyle belki dünyas?yla alâkadar olduğunu kendim de gördüm. Çünki ben vücudum itibariyle ihtiyarl?k rikkatinden iki gözümle ağlarken, medresemin yaln?z ihtiyarl?ğ? değil, belki vefat?ndan dolay? on gözle ağlamak istiyordum. Ve o şirin vatan?m?n yar? ölmesiyle yüz gözle ağlamaya ihtiyac?m vard?. Rivayet-i Hadîste vard?r ki; her sabah bir melaike çağ?r?yor لِدُوا لِلْمَوْتِ وَابْنُوا لِلْخَرَابِ yâni "Ölmek için tevellüd edip dünyaya gelirsiniz, harab olmak için binalar yap?yorsunuz." diyor.
?şte bu hakikat?, kulağ?mla değil gözümle işitiyordum. Evet o vaziyetim o vakit beni nas?l ağlatt?rm?ş; on senedir hayalim, o vaziyete uğrad?kça yine ağl?yor. Evet binler sene yaşam?ş o ihtiyar kal'an?n baş?ndaki menzillerin harab olmas? ve onun alt?ndaki şehrin sekiz sene zarf?nda sekiz yüz sene kadar ihtiyarlanmas? ve kal'a alt?ndaki gâyet hayatdar ve mecma-i ahbab olan medresemin vefat?, umum Osmanl? Devleti'nde bütün medreselerin vefat?n? gösteren cenazesinin mânevî azametine işareten koca Van kal'as?n?n yekpare taş?, ona bir mezar taş? olmuş. Âdeta o medresedeki sekiz sene evvel benimle beraber bulunan merhum talebelerim, kabirlerinde benimle beraber ağl?yorlar. Belki o kasaban?n harabe duvarlar?, dağ?lm?ş taşlar? benimle beraber ağl?yorlar ve onlar? ağl?yor gibi gördüm. Ben o vakit anlad?m ki, vatan?mdaki bu gurbete dayanamayacağ?m; ya ben de kabre onlar?n yan?na gitmeliyim veyahud dağda bir mağaraya çekilip ecelimi orada beklemeliyim diye düşündüm. Dedim: Madem dünyada böyle tahammül edilmez, sab?r-şiken, mukavemetsûz, yand?r?c? firkatler var. Elbette mevt, hayata racihtir. Hayat?n bu ağ?r vaziyeti çekilir derdlerden değildir. O vakit cihat-? sitte denilen alt? cihete nazar gezdirdim, karanl?kl? gördüm. O şiddet-i teessürden gelen gaflet bana dünyay? korkunç, boş, hâlî, baş?ma y?k?lacak bir tarzda gösterdi. Ruhum ise, düşman vaziyetini alan hadsiz belâlara karş? bir nokta-i istinad ararken ve ruhta ebede kadar uzanan hadsiz arzular? tatmin edecek bir nokta-i istimdad taharri ederken ve o hadsiz firak ve iftiraktan ve tahrib ve vefattan gelen hüzün ve gama karş? teselli beklerken, birden Kur'an-? Mu'ciz-ül Beyan'?n سَبَّحَ لِلّهِ مَا فِى السَّموَاتِ وَاْلاَرْضِ وَهُوَ الْعَزِيزُ اْلحَكِيمُ *لَهُ مُلْكُ السَّموَاتِ وَ اْلاَرْضِ يُحْيِى وَ يُمِيتُ وَ هُوَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ âyetinin hakikat? tecelli etti. O rikkatli, firkatli, dehşetli, hüzünlü hayalden beni kurtard?, gözümü açt?rd?.
Bakt?m ki, meyvedar ağaçlar?n başlar?ndaki meyveleri tebessüm eder bir tarzda bana bak?yorlar; bize de dikkat et, yaln?z harabezâra bak?p durma diyorlard?. Bu âyet-i kerimenin hakikat? böyle ihtar ediyordu ki: Van sahras?n?n sahifesinde misafir olan insanlar?n eliyle yaz?lan ve şehir suretini alan sun'î bir mektubun, Rus istilâs? denilen dehşetli bir sel belâs?na düşüp silinmesi neden seni bu kadar müteessir ediyor? As?l Mâlik-i Hakikî ve herşeyin sahibi ve Rabbi olan Nakkaş-? Ezelî'ye bak ki; bu Van sahifesinde mektubat?, kemal-i şaşaa ile eski zamanda gördüğün vaziyeti yine devam edip yaz?l?yorlar.
O yerler boş, harab, hâlî kalm?ş diye ağlamalar?n, Mâlik-i Hakikîsinden gaflet ve insanlar? misafir tasavvur etmemekten ve mâlik tevehhüm etmek yanl?ş?ndan ileri geliyor. Fakat o yanl?şl?ktan ve o yak?c? vaziyetten bir hakikat kap?s? aç?ld?. Ve o hakikat? tam kabul etmeye nefis haz?rland?. Evet nas?lki bir demir ateşe sokulur; tâ yumuşas?n, güzel ve menfaatdar bir şekil verilsin. Öyle de o hüzün-engiz hâlet ve o dehşetli vaziyet ateş oldu, nefsimi yumuşatt?. Kur'an-? Mu'ciz-ül Beyan, mezkûr âyetin hakikat?yla, hakaik-i îmaniyenin feyzini tam ona gösterdi, kabul ettirdi. Evet lillahilhamd şu âyetin hakikat?, îman feyziyle (Yirminci Mektub gibi Risalelerde kat'î isbat ettiğimiz gibi) herkesin kuvvet-i îmaniyesi nisbetinde inkişaf eden öyle bir nokta-i istinad ruha ve kalbe verdi ki, o vaziyetin dehşetinden yüz derece ziyade korkunç, zararl? musîbetlere karş? gelebilir bir kuvveti, îman-? billahtan verdi. Ve şöyle ihtar etti ki: Senin Hâl?k?n olan şu memleketin Mâlik-i Hakikîsinin emrine herşey müsahhard?r, herşeyin dizgini onun elindedir, ona intisab?n yeter. O Hâl?k?ma dayan?p tan?d?ktan sonra, düşman suretini alan bütün şeyler, düşmanl?klar?n? terkettiler; ağlatt?ran hazîn haller, beni neş'elendirmeye başlad?lar. Hem çok Risalelerde kat'î bürhanlarla da isbat ettiğimiz gibi, o hadsiz arzulara karş? îman-? bil'âhiretten gelen nur ile öyle bir nokta-i istimdad verdi ki; değil küçücük ve muvakkat, k?sa, dünyevî ahbablara karş? arzu ve rab?talar?ma, belki ebed-ül âbâdda, âlem-i bekada, saadet-i ebediyede hadsiz uzun arzular?ma kâfi gelebilir bir nokta-i istimdad verdi. Çünki bir cilve-i Rahmetiyle, muvakkat bir misafirhanesi olan bu dünyan?n bir menzili olan şu zeminin yüzünde, o misafirlerini bir iki saat sevindirmek için, bahar sofras?nda hadd ü hesaba gelmez san'atl?, şirin nimetlerini, her baharda ihsan edip bir kahvalt? hükmünde o misafirlere yedirdikten sonra, mesken-i ebedîlerinde sekiz daimî Cennet'i hadsiz bir zamanda, hadsiz envâ-? nimetiyle doldurup ibad?na ihzar eden bir Rahmânurrahîm'in Rahmetine îman ile istinad edip, intisab?n? bilen elbette öyle bir nokta-i istimdad bulur ki; en edna derecesi, hadsiz ebedî emellere meded verip idame eder. Hem o âyetin hakikat?yla, îman?n ziyas?ndan gelen nur öyle parlak bir surette tecelli etti ki; o zulümatl? olan cihat-? sitteyi gündüz gibi ayd?nlatt?rd?. Çünki bu medresem ve bu şehirde talebe ve dostlar?m?n arkalar?nda kal?p ağlamak vaziyetini şöyle ayd?nlatt?rd? ki: Ahbab?n gittikleri âlem karanl?kl? değil, yaln?z yerlerini değiştirdiler; yine görüşeceksiniz diye ihtar etti. Ağlamay? tamamen kestirdi. Ve dünyada onlar?n yerine geçecek ve benzeyecek olanlar? bulacağ?m? ifham etti. Evet lillahilhamd hem vefat eden Van medresesini Isparta medresesiyle ihya edip, oradaki ahbablar? dahi, daha çok, daha k?ymetdar talebeler ve ahbablarla manen ihya etti. Hem bildirdi ki; dünya boş, hâlî olmad?ğ?n? ve harab olmuş bir memleket suretini yanl?ş tasavvur ettiğimi, belki Mâlik-i Hakikî hikmetinin iktizas?yla, sun'î insanlar?n levhas?n? değiştiriyor, mektubunu tazelendiriyor. Bir ağac?n bir k?s?m meyvelerini kopard?kça yerine yine başka meyvelerin geldiği gibi, nev-i beşerde bu zeval ve firak dahi bir teceddüddür, tazelenmektir. ?man noktas?nda, ahbabs?zl?ktan gelen elîmane bir hüzün değil, belki başka güzel bir yerde görüşmek üzere ayr?lmaktan gelen, lezizane bir hüzün veren bir tazelenmektir. Hem o dehşetli vaziyetten, kâinat?n mevcudat?n?n karanl?kl? görünen yüzünü ayd?nlatt?. Ben de o vakit o hâlete şükretmek istedim, arabî şu f?kra geldi; tam o hakikat? tasvir etti. Şöyle ki dedim:
اَلْحَمْدُ ِللّهِ عَلَى نُورِ اْلاِيمَانِ الْمُصَوِّرِ مَا يُتَوَهَّمُ اَجَانِبَ اَعْدَاءً اَمْوَاتًا مُوَحِّشِينَ اَيْتَامًا بَاكِينَ ; اَوِدَّاءَ اِخْوَانًا اَحْيَاءً مُونِسِينَ مُرَخَّصِينَ مَسْرُورِينَ ذَاكِرِينَ مُسَبِّحِينَ
Yâni: "O şiddetli hâletin tesirinden gelen gaflet ile, kâinat?n mevcudat? bir k?sm? düşman ve ecnebi (Haşiye) bir k?sm? müdhiş cenazeler, diğer k?sm? ise, kimsesizlikten ağlayan yetimler suretinde; gafil nefsime tevehhüm ile gösterilen bu korkunç levhay?, nur-u îman ile aynelyakîn gördüm ki: O ecnebi, düşman görünenler birer dost kardeştirler. Ve o müdhiş cenazeler ise; k?smen hayatdar ve ünsiyetkâr ve k?smen vazifeden terhis edilenlerdir. Ve o ağlayan yetimlerin vaveylâlar? ise zikir ve tesbihin zemzemeleri olduğunu nur-u îman ile gördüğümden, o hadsiz nimetlerin menba? olan îman? bana veren Hâl?k-? Zülcelâl'e hadsiz hamdediyorum. Ve bu dünyada, bu dünya kadar büyük hususî dünyamdaki bütün mevcudat?, hamd ve tesbihat-? ?lahiyede tasavvur ve niyetim ile istimal etmek bir hakk?m olduğu nokta-i nazar?ndan, bütün o mevcudat?n her birisinin ve umumunun lisan-? halleriyle beraber Elhamdülillahi alâ nur-il îman deriz" demektir. Hem o gafletkârane hâlet-i müdhişeden hiçe inen ezvak-? hayat ve bütün bütün çekilip kuruyan emeller ve en dar bir daire içinde s?k?ş?p kalan belki mahvolan şahs?ma ait nimetler, lezzetler birden (başka Risalelerde kat'î bir surette isbat ettiğimiz gibi) nur-u îman ile kalbin etraf?ndaki o dar daireyi öyle genişlettirdi ki, kâinat? içine ald? ve o Horhor bahçesinde kurumuş ve lezzetini kaç?rm?ş nimetler yerinde, dâr-? dünya ve dâr-? âhireti birer sofra-i nimet ve birer tabla-i Rahmet şekline getirdi. Göz, kulak, kalb gibi, on değil, yüz cihazat-? insaniyenin herbirini, gâyet uzun bir el suretinde, her mü'minin derecesi nisbetinde o iki sofra-i Rahmân'a uzat?p, her taraf?ndan nimetleri toplayacak bir tarzda gösterdiğinden; hem bu ulvî hakikat? ifade, hem o hadsiz nimete şükür için o vakit böyle demiştim:
اَلْحَمْدُ ِللّهِ عَلَى نُورِ اْلاِيمَانِ الْمُصَوِّرِ للِدَّارَيْنِ مَمْلُوؤَتَيْنِ مِنَ النِّعْمَةِ وَ الرَّحْمَةِ لِكُلِّ مُؤْمِنٍ حَقًّا يَسْتَفِيدُ مِنْهُمَا بِحَوَاسِّهِ الْكَثِيرَةِ الْمُنْكَشِفَةِ بِاِذْنِ خَالِقِهِ
Yâni: "Dünya ve âhireti nimet ve Rahmetle doldurmuş bir surette, hakikî mü'minlerin nur-u îman ve ?slâmiyetle inkişaf ve inbisat etmiş bütün hassalar?n?n elleriyle o iki muazzam sofradan istifadeyi temin eden ve gösteren nur-u îman nimetinin mukabiline, o îman? bana veren Hâl?k?ma, bütün zerrat-? vücudumla dünya ve âhiret dolusu hamd ve şükür, elimden gelse yapar?m" demektir. Madem îman bu âlemde bu tesirat-? azîmeyi yapar; elbette dâr-? bekada öyle semerat ve füyuzat? olacak ki, bu dünyadaki ak?l ile onlar ihata edilmez ve tarif edilmez.
?şte, ey benim gibi ihtiyarl?k münasebetiyle pek çok dostlar?n firak ac?lar?n? çeken ihtiyar ve ihtiyareler! Sizin en ihtiyar?n?z her ne kadar zâhiren benden yaşl? ise de, manen ben onlardan daha ziyade ihtiyarl?ğ?m? tahmin ediyorum. Çünki f?trat?mda rikkat-? cinsiye ile ac?mak hissi ziyade bulunduğundan, kendi elemimden başka binler kardeşlerimin elemlerini de o şefkat s?rr?yla çektiğimden, yüzler sene yaşam?ş gibi ihtiyar?m. Ve siz ne kadar firak belâs?n? çekmiş iseniz, benim kadar o belâya maruz kalmam?şs?n?z. Çünki oğlum yoktur ki yaln?z oğlumu düşüneyim. Bendeki f?trî olan bu ziyade ac?makl?k ve şefkat, binler Müslüman evlâdlar?n?n, hatta masum hayvanlar?n teellümlerine karş? dahi bir rikkat, bir elem, o s?rr-? şefkat ile hissediyordum. Hususî bir hanem yoktur ki fikrimi yaln?z ona hasredeyim; belki bu memleket ile ve belki âlem-i ?slâm?n k?t'as?yla hanem gibi, hamiyet-i ?slâmiye noktas?nda alâkadar?m. Ve o iki büyük hanedeki dindaşlar?m?n elemleriyle müteellim ve firaklar?yla mahzun oluyorum!..
?şte bütün ihtiyarl?ğ?mdan ve firak belâlar?ndan gelen teessürat?ma, bana nur-u îman tam kâfi geldi; k?r?lmaz bir rica, kopmaz bir ümid, sönmez bir ziya, bitmez bir teselli verdi. Elbette sizlere ihtiyarl?ktan gelen karanl?k ve gaflet ve teessürat ve teellümata; îman kâfi ve vâfidir. As?l en karanl?kl? ve en nursuz ve tesellisiz ihtiyarl?k ve en elîm ve müdhiş firak, ehl-i dalâletin ve ehl-i sefahetin ihtiyarl?klar?d?r ve firaklar?d?r. O rica ve ziya ve teselli veren îman? zevketmek ve tesirat?n? hissetmek için, ihtiyarl?ğa lây?k ve ?slâmiyete muvaf?k ubûdiyetkârane bir tavr-? şuurdarane tak?nmakla olur. Yoksa gençlere benzemeye çal?şmak ve onlar?n sarhoşça gafletlerine baş?n? sokup ihtiyarl?ğ?n? unutmakla değildir. خَيْرُ شَبَابِكُمْ مَنْ تَشَبَّهَ بِكُهُولِكُمْ وَشَرُّ كُهُولِكُمْ مَنْ تَشَبَّهَ بِشَبَابِكُمْ -ev kema kal- mealindeki Hadîsi düşününüz. Yâni: "Gençlerinizin en iyisi, temkinde ve sefahetlerden çekilmekte ihtiyarlara benzeyenlerdir. Ve ihtiyarlar?n?z?n en fenas?, sefahette ve baş?n? gaflete sokmakta gençlere benzeyenlerdir."
Ey kardeşlerim ihtiyarlar ve hemşire ihtiyareler! Hadîs-i şerifte vard?r ki: "Altm?ş yetmiş yaşlar?nda ihtiyar bir mü'min, dergâh-? ?lahiyeye elini kald?r?p dua ederken, Rahmet-i ?lahiye onun elini boş döndürmeye hicab ediyor." Madem Rahmet size karş? böyle hürmet ediyor.. siz de Rahmetin bu hürmetini ubûdiyetinizle ihtiram ediniz.
bu hayatın gayesi ve neticesi hayat-ı ebediye olduğu gibi, bir meyvesi de, hayatı veren Zât-ı Hayy ve Muhyîye karşı şükür ve ibadet ve hamd ve muhabbettir ki, bu şükür ve muhabbet ve hamd ve ibadet ise, hayatın meyvesi olduğu gibi, kâinatın gayesidir.
Risale okumaya 3-4 aydır başlayan bir arkadaş gördüm sadece okuyor geçiyor bir lezzet aldığın söylüyor. tebrik ettim ama şunu dedim.
Bir kısım yerlerin üzerinde düşünerek, sorarak, mütala tarzı okumasını tavsiye ettim.
Yoksa bir arkadaşım külliyatı 4 defa devirmiş ama hitabetide fena olmasada bir risaleden ders yapamıyordu. sonra sonra yavaş yavaş düşünmeye, teenni ile okumaya başladı şimdi elhamdülillah grubu var ders yapıyor.
Üstadın bir sözünde 80 hikmet olduğunu duymuştum , böyle bir Zatın eserleri çok büyük bir ilgi ve konsantrasyon ister ki satır aralarını muhatabına ikram etsin.
Adetullah gereği biz tüm fiil-i dualara baş vurmalıyız ama netice kısmını O ' na bırakmalıyız.
Ama burada önemli olan O ' nu tecrübe etmemek yani ben böyle böyle okursam O acaba hakikatleri bana açar mı ? dememeli , teenni ve dikkat ile okumak bizim zaten vazifemiz neticesi ise O ' nun iradesine bağlı .
O mucib-i bizzat değildir yani ben böyle böyle okursam O da illa benim inkişafıma sebep verecektir diye bir hüküm yok .
''Şahsın üslub-u beyanı , şahsın timsal-i şahsiyetidir.
Ben ise :
gördüğünüz veya işittiğiniz gibi , halli müşkil bir muammayım ''
Said Nursi
Şu an 1 kullanıcı var. (0 üye ve 1 konuk)