evet hangi cihazatlarımızla esma-i ilahiyeyi tanırız ??? biraz karaladım birşeyler lakin yeterli değil sizlerde bu konuda ki blgilernizi yazarsnz sevinirim selametle inşllah ...
evet hangi cihazatlarımızla esma-i ilahiyeyi tanırız ??? biraz karaladım birşeyler lakin yeterli değil sizlerde bu konuda ki blgilernizi yazarsnz sevinirim selametle inşllah ...
"ÜÇÜNCÜ VAZİFESİ: Hayatı ile, üç cihetle Zât-ı Hayy-ı Kayyûma ve şuûnâtına ve sıfât-ı muhitasına aynadarlık etmektir.
Birinci vecih: İnsan, kendi acz-i mutlakıyla Hâlıkının kudret-i mutlakasını ve derecâtını ve aczin dereceleriyle kudretin mertebelerini hissetmektir. Ve fakr-ı mutlakıyla rahmetini ve rahmetinin derecelerini idrak etmek ve zaafıyla Onun kuvvetini anlamaktır. Ve hâkezâ, noksan sıfatlarıyla Hâlıkının evsâf-ı kemâline mikyasvâri ayna olmak... Gecede nurun daha ziyade parlamasına nazaran, gece zulmetinin elektrik lâmbalarını göstermeye mükemmel bir ayna olduğu gibi, insan dahi böyle nâkıs sıfatlarıyla kemâlât-ı İlâhiyeye aynadarlık eder.
İkinci vecih: İnsan, cüz'î iradesiyle ve azıcık ilmiyle ve küçücük kudretiyle ve zâhirî mâlikiyetiyle ve hanesini bina etmesiyle, bu kâinat ustasının mâlikiyetini ve san'atını ve iradesini ve kudretini ve ilmini, kâinatın büyüklüğü nispetinde anlar, aynadarlık eder.
Üçüncü vecihteki aynadarlığın iki yüzü var:
• Birisi: Esmâ-i İlâhiyenin ayrı ayrı nakışlarını kendinde göstermektir. Adeta insan, câmiiyetiyle kâinatın küçük bir fihristesi ve bir misal-i musaggarası hükmünde olup, umum esmânın nakışlarını gösteriyor.
• İkinci yüzü: Şuûnât-ı İlâhiyeye aynadarlık eder. Yani, kendi hayatıyla Zât-ı Hayy-ı Kayyûmun hayatına işaret ettiği gibi, kendi hayatında inkişaf eden sem' ve basar gibi duyguların vasıtasıyla, Zât-ı Hayy-ı Kayyûmun sem' ve basar gibi sıfatlarına aynadarlık eder, bildirir.
Hem insan, hayatında bulunan ve inkişaf etmeyen ve his ve hassasiyet suretinde galeyan eden ve kesretli bir surette olan çok ince hayatî duygular, mânâlar ve hisler vasıtasıyla, Zât-ı Hayy-ı Kayyûmun şuûnât-ı kudsiyesine aynadarlık eder. Meselâ, o hassasiyet içinde, sevmek, iftihar etmek, memnun olmak, mesrur olmak, müferrah olmak gibi mânâlarla-Zât-ı Akdesin kudsiyetine ve gınâ-yı mutlakına münasip ve lâyık olmak şartıyla-o neviden olan şuûnâtına aynadarlık eder." 30. lema
esma-i İlahiye'nin cilvelerini nazara vermekte, insanı, en küçük ve en büyük varlıklardaki tezahür eden Allah'ın isimlerini okumaya davet etmektedir.
esmai ilahi tanımak....
Ölçüler bakış açısına göre değişmektedir....Eğer ehl-i dalaletin tevehhüm ettikleri gibi, yaratılışın ve hayatın neticeleri sadece dünyaya, nefislerine bakan gayelere münhasır olsaydı; bir çiçek, bir böcek, bir kehkeşanla hiçbir şekilde mukayese zeminine giremezdi. Bu hakikati anlayanlardan biri, "Bir sinek bir kartalı salladı, vurdu yere" gibi saçma sapan örneklendirme diyerek yaratılıştaki esma-i İlahiye'nin her bir mahlukta kusursuz tezahürünü İnanmamak pahasına Olayı görmezlikten gelirler...
Kainat bir manada .....Mesela Esmai ilahinin herbiri bir kalem olsa.....Kainat sadece bu kalemlerin yazılmasında çıkan neticedir.....
iman; eşyanın yaratılmasıyla ilgili olarak esma-i İlahi'ye, alem-i ahirete bakan cihetleri aydınlatır. Bu cihetten bakılınca, mesela, bir çekirdek bir ağaç kadar kıymetli, her bir çiçek bir ağacın sahip olduğu çiçekler kadar manaları ihtiva eden, her bir meyve dahi bir ağacın meyveleri kadar bir hikmeti barındıran, birer sanat harikasıdır. Meyvenin insanlara rızık olması ise, o binler hikmetlerden bir tek hikmettir. İnsan ancak, sonsuza akıp giden esma-i İlahi'yi tefekkür ile gerçek anlamda insanlık payesini elde eder. (Sözler)
Bismillahirrahmanirrahim
Elif, Lâm, Mîm.
İnsanlar, imtihandan geçirilmeden,
sadece "İman ettik" demeleriyle bırakılıvereceklerini mi sandılar?
Do men think that they will be left alone on saying,
"We believe", and that they will not be tested?
1......göz.....
tüm güzellikler.....cemal müzeyyen isimlerinin Kainattaki Nakışları....kemal Kadir ismlerini tefekkür etmek
2....Akıl....
Allahın yarattığı herşey..Fetih ismi..Kadir ismi...Kayyum ismi...
Herbir mevcuda bakar birer mânevî basarı ve işitir birer mânevî sem'i" bulunmaz mı? Silsile-i eşya Onun evâmir ve kanunlarının sür'atle cereyanlarına birer tel, birer damar hükmüne geçmez mi? Mevâni' ve avâik Onun tasarrufuna vesâil ve vesâit olamaz mı? Esbâb ve vesâit sırf zâhirî bir perde olamaz mı? Hiçbir yerde bulunmadığı halde, her yerde bulunmaz mı? Hiç tahayyüz ve temekküne muhtaç olur mu? Hiç, uzaklık ve küçüklük ve tabakât-ı vücudun perdeleri Onun kurbiyetine ve tasarrufuna ve şuhuduna mâni olabilir mi? Hem, hiç maddîlerin, mümkînlerin, kesiflerin, kesîrlerin, mukayyedlerin, mahdutların hâssaları ve maddenin ve imkânın ve kesâfetin ve kesretin ve takayyüdün ve mahdûdiyetin mahsus ve münhasır lâzımları olan tegayyür, tebeddül, tahayyüz ve tecezzî gibi emirler; maddeden mücerred ve Vâcibü'l-Vücud ve Nurü'l-Envar ve Vâhid-i Ehad ve kuyuddan münezzeh ve hududdan müberrâ ve kusurdan mukaddes ve noksandan muallâ bir Zât-ı Akdese lâhik olabilir mi? Acz hiç Ona yakışır mı? Kusur hiç Onun dâmen-i izzetine yanaşır mı?
Bismillahirrahmanirrahim
Elif, Lâm, Mîm.
İnsanlar, imtihandan geçirilmeden,
sadece "İman ettik" demeleriyle bırakılıvereceklerini mi sandılar?
Do men think that they will be left alone on saying,
"We believe", and that they will not be tested?
"Hem insan, nasıl ki hayat-ı câmiasıyla Zât-ı Zülcelâlin sıfât ve şuûnâtına bir mikyas-ı marifettir ve cilve-i esmâsına bir fihristedir ve şuurlu bir aynadır ve hâkezâ çok cihetlerle Zât-ı Hayy-ı Kayyûma aynadarlık eder. Öyle de, insan şu kâinatın hakaiklerine bir vâhid-i kıyasîdir, bir fihristedir, bir mikyastır ve bir mizandır. Meselâ, kâinatta Levh-i Mahfuzun gayet katî bir delil-i vücudu ve bir numunesi, insandaki kuvve-i hafızadır. Ve âlem-i misalin vücuduna katî delil ve numune, kuvve-i hayaliyedir. Haşiye
Ve kâinattaki ruhanîlerin bir delil-i vücudu ve numunesi, insandaki kuvvelerdir ve lâtifelerdir. Ve hâkezâ, insan, küçük bir mikyasta, kâinattaki hakaik-i imaniyeyi şuhud derecesinde gösterebilir.
Haşiye: Evet, nasıl ki insanın anâsırları kâinatın unsurlarından; ve kemikleri taş ve kayalarından; ve saçları nebat ve eşcârından; ve bedeninde cereyan eden kan ve gözünden, kulağından, burnundan ve ağzından akan ayrı ayrı suları arzın çeşmelerinden ve mâdenî sularından haber veriyorlar, delâlet edip onlara işaret ediyorlar. Aynen öyle de, insanın rûhu âlem-i ervahtan; ve hâfızaları Levh-i Mahfûzdan; ve kuvve-i hayaliyeleti âlem-i misâlden; ve hâkezâ herbir cihazı bir âlemden haber veriyorlar. Ve onların vücudlarına katî Şehâdet ederler." 30.lema
Not: her bir alemi nurlandıran da esma-i İlahiyedir..
Hem insan,
nas?l ki hayat-? câmias?yla Zât-? Zülcelâlin s?fât ve şuûnât?na
-bir mikyas-? marifettir ve ........?
Üçüncü Dersin Zeyli
Ey Said-i kas?r, âciz ve fakir! Bilmelisin ki: Senin mahiyet-i nefsinde, nihayetsiz bir kusur, nihayetsiz bir acz, nihayetsiz bir fakr, nihayetsiz bir ihtiyaç, nihayetsiz âmâl dercedilmiş. Cenab-? Fât?r-? Hakîm, nas?lki açl?k ve susuzluğu midene vermiş, tâ ihsanat?n? ve lezaiz-i nimetini tan?yas?n. Onun gibi, seni kusur ve fakr ve ihtiyaçtan terkib etmiş, tâ mirsad-? kusurun ile Fât?r-? Zülcelal'in seradikat-? cemal ve kemaline ve mikyas-? fakr?n ile derecat-? g?na ve rahmetine ve mizan-? aczin ile meratib-i iktidar ve kibriyas?na ve fihriste-i ihtiyacat?n tenevvüü ile enva'-? niam ve ihsanat?na bakabilesin ve tan?yas?n ve vazife-i hilkatini eda edesin.
Bundan bil ki: Gaye-i f?trat?n, ubudiyettir. Ve ubudiyet odur ki; sen, Fât?r-? Zülcelal'in dergâh-? rahmetinde اَسْتَغْفِرُ اللّهَ ve سُبْحَانَ اللّهِ ile kusurunu.. ve حَسْبُنَا اللّهُ ve اَلْحَمْدُ لِلّهِ ile fakr?n?.. ve اَللّهُ اَكْبَرُ ve لاَ حَوْلَ وَلاَ قُوَّةَ اِلاَّ بِاللّهِ ile ve istimdad ile aczini ilân etmek ve âyine-i ubudiyetin ile cemal-i rububiyetini izhar etmektir.
__________________
.
Bismillahirrahmanirrahim
Elif, Lâm, Mîm.
İnsanlar, imtihandan geçirilmeden,
sadece "İman ettik" demeleriyle bırakılıvereceklerini mi sandılar?
Do men think that they will be left alone on saying,
"We believe", and that they will not be tested?
Üçüncü Dersin Zeyli
Ey Said-i kas?r, âciz ve fakir! Bilmelisin ki: Senin mahiyet-i nefsinde, nihayetsiz bir kusur, nihayetsiz bir acz, nihayetsiz bir fakr, nihayetsiz bir ihtiyaç, nihayetsiz âmâl dercedilmiş. Cenab-? Fât?r-? Hakîm, nas?lki açl?k ve susuzluğu midene vermiş, tâ ihsanat?n? ve lezaiz-i nimetini tan?yas?n. Onun gibi, seni kusur ve fakr ve ihtiyaçtan terkib etmiş, tâ mirsad-? kusurun ile Fât?r-? Zülcelal'in seradikat-? cemal ve kemaline ve mikyas-? fakr?n ile derecat-? g?na ve rahmetine ve mizan-? aczin ile meratib-i iktidar ve kibriyas?na ve fihriste-i ihtiyacat?n tenevvüü ile enva'-? niam ve ihsanat?na bakabilesin ve tan?yas?n ve vazife-i hilkatini eda edesin.
Bundan bil ki: Gaye-i f?trat?n, ubudiyettir. Ve ubudiyet odur ki; sen, Fât?r-? Zülcelal'in dergâh-? rahmetinde اَسْتَغْفِرُ اللّهَ ve سُبْحَانَ اللّهِ ile kusurunu.. ve حَسْبُنَا اللّهُ ve اَلْحَمْدُ لِلّهِ ile fakr?n?.. ve اَللّهُ اَكْبَرُ ve لاَ حَوْلَ وَلاَ قُوَّةَ اِلاَّ بِاللّهِ ile ve istimdad ile aczini ilân etmek ve âyine-i ubudiyetin ile cemal-i rububiyetini izhar etmektir.
__________________
Bismillahirrahmanirrahim
Elif, Lâm, Mîm.
İnsanlar, imtihandan geçirilmeden,
sadece "İman ettik" demeleriyle bırakılıvereceklerini mi sandılar?
Do men think that they will be left alone on saying,
"We believe", and that they will not be tested?
Ey gâfil nefsim! Senin hayat?n?n gâyesini ve hayat?n?n mahiyetini, hem hayat?n?n sûretini, hem hayat?n?n s?rr?-? hakikatini, hem hayat?n?n kemâl-i saadetini bir derece anlamak istersen, bak; senin hayat?n?n gâyelerinin icmâli dokuz emirdir.
• Birincisi şudur ki: Senin vücudunda konulan duygular terazileriyle, rahmet-i ?lâhiyenin hazînelerinde iddihar edilen nimetleri tartmakt?r ve küllî şükretmektir.
• ?kincisi: Senin f?trat?nda vaz' edilen cihazât?n anahtarlar?yla, esmâ-i kudsiye-i ?lâhiyenin gizli defînelerini açmakt?r, Zât-? Akdesi o esmâ ile tan?makt?r.
• Üçüncüsü: Şu teşhirgâh-? dünyada, mahlûkat nazar?nda, esmâ-i ?lâhiyenin sana takt?klar? garip san'atlar?n? ve latîf cilvelerini bilerek, hayat?nla teşhir ve izhâr etmektir.
• Dördüncüsü: Lisân-? hal ve kâlinle Hâl?k?n?n dergâh-? Rubûbiyetine ubûdiyetini ilân etmektir.
• Beşincisi: Nas?l bir asker, padişah?ndan ald?ğ? türlü türlü nişanlar? resmî vakitlerde tak?p, padişah?n nazar?nda görünmekle onun iltifatât-? âsâr?n? gösterdiği gibi, sen dahi, esmâ-i ?lâhiyenin cilvelerinin sana verdikleri letâif-i insaniye murassaât?yla bilerek süslenip, o Şâhid-i Ezelînin nazar-? şuhud ve işhâd?na görünmektir.
• Alt?nc?s?: Zevi'l-hayat olanlar?n tezâhürât-? hayatiye denilen, Hâl?klar?na tahiyyâtlar?; ve rumuzât-? hayatiye denilen, Sâni'lerine tesbihâtlar?; ve semerât ve gâyât-? hayatiye denilen, Vâhibü'l-Hayata arz-? ubûdiyetlerini bilerek müşâhede etmek, tefekkür ile görüp, şehâdetle göstermektir.
• Yedincisi: Senin hayat?na verilen cüz'î ilim ve kudret ve irâde gibi s?fat ve hallerinden küçük numunelerini vâhid-i k?yasî ittihaz ile, Hâl?k-? Zülcelâlin s?fat-? mutlakas?n? ve şuûn-u mukaddesesini o ölçüler ile bilmektir. Meselâ, sen, cüz'î iktidar?n ve cüz'î ilmin ve cüz'î irâden ile bu hâneyi muntazam yapt?ğ?ndan, şu kasr-? âlemin senin hânenden büyüklüğü derecesinde, şu âlemin ustas?n? o nisbette Kadîr, Alîm, Hakîm, Müdebbir bilmek lâz?md?r.
• Sekizincisi: Şu âlemdeki mevcudât?n her biri, kendine mahsus bir dil ile Hâl?k?n?n vahdâniyetine ve Sâniinin Rubûbiyetine dâir mânevî sözlerini fehmetmektir.
• Dokuzuncusu: Acz ve zaaf?n, fakr ve ihtiyac?n ölçüsüyle, kudret-i ?lâhiye ve g?nâ-i Rabbâniyenin derecât-? tecelliyât?n? anlamakt?r. Nas?l ki açl?ğ?n dereceleri nisbetinde ve ihtiyac?n envâ? miktar?nca, taam?n lezzeti ve derecât? ve çeşitleri anlaş?l?r. Onun gibi, sen de nihayetsiz aczin ve fakr?nla, nihayetsiz kudret ve g?nâ-i ?lâhiyenin derecât?n? fehmetmelisin.
Ey muhataplarım!
Ben çok bağırıyorum. Zîra, asr-ı salis-i aşrın, yani on üçüncü asrın minaresinin başında durmuşum,
sûreten medenî ve
dinde lakayd ve
fikren mazinin en derin derelerinde olanları
camie davet ediyorum.
Ene ile şöyleki:
-----------
Ene, künûz-u mahfiye olan esmâ-i ?lâhiyenin anahtar? olduğu gibi, kâinat?n t?ls?m-? muğlâk?n?n dahi anahtar? olarak bir muammâ-i müşkülküşâd?r, bir t?ls?m-? hayretfezâd?r.
....
Sâni-i Hakîm, insan?n eline, emânet olarak, rubûbiyetinin s?fât ve şuûnât?n?n hakikatlerini gösterecek, tan?tt?racak, işârât ve numûneleri câmi' bir ene vermiştir; tâ ki, o ene bir vâhid-i k?yasî olup, evsâf-? rubûbiyet ve şuûnât-? ulûhiyet bilinsin. Fakat vâhid-i k?yasî, bir mevcud-u hakiki olmak lâz?m değil. Belki, hendesedeki farazî hatlar gibi, farz ve tevehhümle bir vâhid-i k?yasî teşkil edilebilir. ?lim ve tahakkukla hakiki vücudu lâz?m değildir.
Suâl: Niçin Cenâb-? Hakk?n s?fât ve esmâs?n?n mârifeti, enâniyete bağl?d?r?
Elcevap: Çünkü, mutlak ve muhît bir şeyin hududu ve nihayeti olmad?ğ? için, ona bir şekil verilmez ve üstüne bir sûret ve taayyün vermek için hükmedilmez, mahiyeti ne olduğu anlaş?lmaz. Meselâ, zulmetsiz dâimî bir ziyâ, bilinmez ve hissedilmez. Ne vakit hakiki veya vehmî bir karanl?k ile bir hat çekilse, o vakit bilinir.
?şte, Cenâb-? Hakk?n, ilim ve kudret, Hakîm ve Rahîm gibi s?fât ve esmâs? muhît, hudutsuz, şeriksiz olduğu için, onlara hükmedilmez ve ne olduklar? bilinmez ve hissolunmaz. Öyle ise, hakiki nihayet ve hadleri olmad?ğ?ndan, farazî ve vehmî bir haddi çizmek lâz?m geliyor. Onu da enâniyet yapar. Kendinde bir rubûbiyet-i mevhume, bir mâlikiyet, bir kudret, bir ilim tasavvur eder, bir had çizer, onunla muhît s?fatlara bir hadd-i mevhum vaz' eder. "Buraya kadar benim, ondan sonra Onundur" diye bir taksimât yapar. Kendindeki ölçücüklerle onlar?n mahiyetini yavaş yavaş anlar.
Ey muhataplarım!
Ben çok bağırıyorum. Zîra, asr-ı salis-i aşrın, yani on üçüncü asrın minaresinin başında durmuşum,
sûreten medenî ve
dinde lakayd ve
fikren mazinin en derin derelerinde olanları
camie davet ediyorum.
Maşallah... Herkes güzel al?nt?lar yapm?ş. Şahs?m olarak bu konuda k?saca bir şey yazay?m. ?nsan maddi ve manevi duygular? ile, yapt?ğ? ve karş?laşt?ğ? her hareket ve olayla k?saca herşey ile rabbini tan?r. Bilirse. Bu, enesinin çal?şmas?na bağl?d?r. Mesnevide geçer ene santral gibi çal?ş?r der. işte mesele odur.
Şu an 1 kullanıcı var. (0 üye ve 1 konuk)