sadakte..
İlimde ilerle dikçe insan küçülür.Alim olan ne denli küçük oldugu nu bilir. Bildig ini zannet mek bir yerde cahill ik vasfı.Mesela üstad ne der sık sık sübhaneke la ilmela na illa ma allemt ena ila ahir ...
Allah c.c ın namütenahi sıfatlarının yanında,ona kıyasla herşey küçülür.Mesela zengin lik noktasında 10 milyon u olna fakirl e trilyo nları olan padişah sonsuz un yanında aynıdır,küçüktür.İlim için yine aynı...Kudret zatidi r ona nisbet en az ile çogun bir olması gibi.B ir baharı halket mekle bir çiçegi halket menin kolaylıgı aynı olması gibi.
İmamı Ali (k.v) efendi miz bunun içindir ki Allah ın azamet ini müşahede ettikçe küçüklügünü ifade etmek sadedi nde:
ilim noktasında perdei gayb açılsa birşey bilmem emin merteb esinde birşey değişmeyecek demiş.
yani diyork i:
perdei gaybı açın
herşeyi göreyim
yine derim ki ben hiçbirşey bilmiy orum
Alim O'dur
Ganiyy O'dur
o soruyu soran abinin kanaati buymuş.Siz ne dersiniiz?
Bir dilenci gelse kapıma onu bu cüz'i şefkatimle geri çevirmiyeceğim.Rabbim! Bana vermiş olduğun şefkatinin yüzde biri,o dilenciyi kapımdan boş çevirtmiyorsa,ben ümitvarım ki;
o yüzde doksan dokuz şefkatin beni senin kapından boş çevirmiyecek
Füzenin uçmas? için berekli olan her şey mutlaka olmal? ki o füze f?rlay?p hedefine varabilsin. Yoksa o füze yerinden düzgün bir şekilde f?rlat?lamaz ve f?rlasada hedefine varmadan yere düşer.
?şte insan?n ilmelyakinden aynelyakine geçmesi için gerekli olan ne kadar alt yap? anlam?nda ilimler varsa onlar Hz. Ali efendimize malumdu. Bu öyle bir seviyede idi ki aynelyakin hakikatleri görse de değişen bir şey olmayacakt?. Zira kendinin olduğu o seviye zaten perde-i gayb aç?ld?ktan sonra malum olacak mana iklimini içinde eksiksiz ve net bar?nd?rmaktayd?.
Şimdi abi ebnim kafam cook kar?şt?,sizin dediğiniz mana ile abinin ki ceşiyomu,
yoksa birbirini tamaml?yor mu ben onu anl?yamad?m.
Bir dilenci gelse kapıma onu bu cüz'i şefkatimle geri çevirmiyeceğim.Rabbim! Bana vermiş olduğun şefkatinin yüzde biri,o dilenciyi kapımdan boş çevirtmiyorsa,ben ümitvarım ki;
o yüzde doksan dokuz şefkatin beni senin kapından boş çevirmiyecek
Bir çekirdeğin hangi meyve vereceğini bilenin , baharın gelmesini beklemeye ihtiyacı yoktur..
İstidad noktasından da nazar edilebilir.
Şimdi, iki dost var; beraber o ziyâfete giderler; bir locada, bir sofrada oturuyorlar. Fakat, birisinin kuvve-i zâikâsı pek az olduğundan, cüz'î zevk alır; gözü de az görüyor, kuvve-i şâmmesi yok, sanâyî-i garîbeden anlamaz, hârika şeyleri bilmez. O nüzhetgâhın binden ve belki milyondan birisini kabiliyeti nisbetinde ancak zevk ederek istifade eder.
Diğeri ise, bütün zâhirî ve bâtınî duyguları, akıl ve kalb ve his ve latîfeleri, o derece mükemmel ve o mertebe inkişaf etmiştir ki, o seyrangâhtaki bütün incelikleri, güzellikleri ve letâifi ve garâibi ayrı ayrı hissedip zevk ederek, ayrı ayrı lezzet aldığı halde o dost ile omuz omuzadır. BUNA KIYASEN
Yani Hz. Ali (KV) İstadadımın son noktasındayım demek istemiş olabilir.
Ey muhataplarım!
Ben çok bağırıyorum. Zîra, asr-ı salis-i aşrın, yani on üçüncü asrın minaresinin başında durmuşum,
sûreten medenî ve
dinde lakayd ve
fikren mazinin en derin derelerinde olanları
camie davet ediyorum.
Meselâ, bir denizde hesabsız cevherlerin aksâmıyla dolu bir defînenin bulunduğunu farz edelim. Gavvâs dalgıçlar, o defînenin cevâhirini aramak için dalıyorlar. Gözleri kapalı olduğundan, el yordamıyla anlarlar. Bir kısmının eline uzunca bir elmas geçer. O gavvâs hükmeder ki, bütün hazîne uzun direk gibi bir elmastan ibârettir. Arkadaşlarından, başka cevâhiri işittiği vakit, hayal eder ki, o cevherler, bulduğu elmasın tâbileridir, fusûs ve nukuşlarıdır. Bir kısmının da kürevî bir yâkut eline geçer, başkası murabbâ bir kehribar bulur ve hâkezâ, herbiri, eliyle gördüğü cevheri o hazînenin aslı ve mu’zâmı itikad edip, işittiklerini o hazînenin zevâid ve teferruâtı zanneder.
O vakit hakàikın muvâzenesi bozulur, tenâsüb de gider. Çok hakikatin rengi değişir. Hakikatin hakiki rengini görmek için tevilâta ve tekellüfâta muztar kalır; hattâ, bâzan inkâr ve ta’tîle kadar giderler. Hükemâ-i İşrâkiyyunun kitaplarına ve Sünnetin mîzanıyla tartmayıp keşfiyât ve meşhudâtına itimad eden mutasavvıfînin kitaplarını teemmül eden, bu hükmümüzü bilâşüphe tasdik eder. Demek, hakàik-ı Kur’âniyenin cinsinden ve Kur’ân’ın dersinden aldıkları halde-çünkü Kur’ân değiller-böyle nâkıs geliyor.
Bahr-i hakàik olan Kur’ân’ın âyetleri dahi o deniz içindeki defînenin bir gavvâsıdır. Lâkin, onların gözleri açık; defîneyi ihâta eder, defînede ne var ne yok görür. O defîneyi öyle bir tenâsüb ve intizam ve insicamla tavsif eder, beyân eder ki, hakiki hüsn-ü cemâli gösterir.
İşte Hz. Ali fenedimizin ilmi bu anlamdaydı..
Sağolun abiler Allah raz? olsun,ama benim sizleri anlamak icin cook okumam laz?m cooook
Bir dilenci gelse kapıma onu bu cüz'i şefkatimle geri çevirmiyeceğim.Rabbim! Bana vermiş olduğun şefkatinin yüzde biri,o dilenciyi kapımdan boş çevirtmiyorsa,ben ümitvarım ki;
o yüzde doksan dokuz şefkatin beni senin kapından boş çevirmiyecek
Gayet yüksek ve garip ve gayetle yay?lm?ş acîb bir ağaç farz edelim ki, o ağaç, bir perde-i gayb alt?nda, bir tabaka-i mestûriyet içinde saklanm?ş. Mâlûmdur ki, bir ağac?n, insan?n âzâlar? gibi, onun dallar?, meyveleri, yapraklar?, çiçekleri gibi bütün uzuvlar? aras?nda bir münâsebet, bir tenâsüb, bir muvâzenet lâz?md?r. Herbir cüz’ü, o ağac?n mahiyetine göre bir şekil al?r; bir sûret verilir. ?şte, hiç görünmeyen (ve hâlen görünmüyor) o ağaca dâir biri ç?ksa, bir perde üstünde onun âzâs?na mukabil birer resim çekse, birer hudud çizse, dal?ndan meyveye, meyveden yaprağa, bir tenâsüble, bir sûret tersîm etse ve birbirinden nihayetsiz uzak mebde’ ve müntehâs?n?n ortas?nda uzuvlar?n?n ayn? şekil ve sûretini gösterecek muvâf?k tersîmâtla doldursa, elbette şüphe kalmaz ki, o ressam, o gaybî ağac?, gaybâşinâ nazar?yla görür, ihâta eder; sonra tasvir eder.
Aynen onun gibi, Kur’ân-? Mu’cizü’l-Beyân?n dahi hakikat-i mümkinâta dâir -ki o hakikat, dünyan?n ibtidâs?ndan tut, tâ âhiretin en nihayetine kadar uzanm?ş ve ferşten Arşa ve zerreden şemse kadar yay?lm?ş olan şecere-i hilkatin hakikatine dâir-beyânât-? Furkaniyesi, o kadar tenâsübü muhâfaza etmiş ve herbir uzva ve meyveye lây?k birer sûret vermiştir ki, bütün muhakkikler, nihayet-i tahkikinde, Kur’ân’?n tasvirine "Mâşaallah, bârekallah" deyip, "T?ls?m-? kâinat? ve muammâ-i hilkati keşf ve fetheden yaln?z sensin, ey Kur’ân-? Hakîm!" demişler. 13. söz
Hz. Ali efendimiz bu ilme vak?ft?.
Şu an 1 kullanıcı var. (0 üye ve 1 konuk)