+ Konu Cevaplama Paneli
1. Sayfa - Toplam 2 Sayfa var 1 2 SonuncuSonuncu
Gösterilen sonuçlar: 1 ile 10 ve 17

Konu: Havf ve Reca Hakkında???

  1. #1
    Müdakkik Üye asya - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    May 2007
    Mesajlar
    601

    Question Havf ve Reca Hakkında???

    Arkadaşlar akılma takılan bir soru var ben tam olarak cvbını alamadım..Bizdeki Havf,Reca bu iki hasse nasıl olmalıdır..Yani gerektiği şekilde nasıl yaşayabiliriz???

  2. #2
    Vefakar Üye emaneten - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    Oct 2007
    Bulunduğu yer
    Ankara
    Yaş
    38
    Mesajlar
    445

    Standart

    sizin için arast?rmalara baslad?mşimdilik bir iki şey buldum onlar? kopyalayay?m biraz ağ?r ama daha aç?klay?c? seyler deyollayacağ?m

    ne attan düşmedik yiğit ne de

    sürçmedik at vardır...


  3. #3
    Vefakar Üye emaneten - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    Oct 2007
    Bulunduğu yer
    Ankara
    Yaş
    38
    Mesajlar
    445

    Standart

    HAVF VE HAŞYET

    Arapçada, korkma, ürperme, irkilme ma’nâlar?na gelen havf; ?st?lâhî ma’nâs? itibariyle; şer’an haram olmay?p da daha hafif mertebede memnu bulunan bir şeyi işlemekten sak?nma anlam?na, sofiyece de; “recâ” duygusunun yan?nda, hak yolcusunun emniyete düşüp aldanmamas? ve kuruntulara tak?l?p kalmamas? için manevî seyr ü seferde hem bir denge unsuru ve hem de nâz u şatahata götürecek düşünceleri tadîl eden bir iksirdir.

    Havf, Kuşeyrî’ye göre; ma’nâ yolcusunun, Allah’?n sevmediği, hoşlanmad?ğ? şeylerden sak?nmas?n? ve uzak kalmas?n? sağlayan, onun içindeki bir korku duygusu şeklinde yorumlanm?şt?r ve daha çok da, gelecekle alâkal? gösterilmiştir.

    Evet havf, ya bir insan?n arzu etmediği şeylere maruz kalacağ? endişesinden veya isteyip dilediği şeyleri kaç?racağ? düşüncesinden kaynaklan?r ki, her iki durum da istikbâl ile alâkal?d?r. Kur’ân-? Kerîm de, pek çok âyât u beyyinat?yla amel ve davran?şlar?n ilerideki neticelerini nazara vererek istikbâl buudlu bir dünya kurmay? hedefler.. O’nun kurmak istediği dünyada geleceği iyi ve kötü semereleriyle bir ruh, bir ma’nâ, bir düşünce, hattâ bir aksesuar olarak görmek her zaman mümkündür. O, müntesiplerinin gönlüne bütün bir hayat boyu âk?betendiş olmay? aş?lar ve ayaklar?n? yere sağlam basmalar?n? hat?rlat?r: “ -Hiç hesaba katmam?ş olduklar? şeyler Allah taraf?ndan karş?lar?na ç?kar?l?verdi” (Zümer, 39/47) ürperti has?l eden ferman?: “ -De ki: Amellerin bütün bütün boşa gidenini size haber vereyim mi? Onlar?n ameli ki, dünya hayat?nda bütün çal?şmalar? boşa gittiği halde kendilerini güzel iş yap?yor sanmaktad?rlar” (Kehf, 18/103) gönülleri hoplatan beyan? gibi daha pek çok âyet var ki bunlar insan?n hayat dantelâs?n?n öteden getirilmiş atk? ipleri gibidirler.. -Bu iplerle hayat?n? kaneviçe gibi örene ne mutlu- Kur’ân s?k s?k bunlarla gönüllerimize uhrevîlik aş?lar ve gözlerimizi ukbâya çevirir.

    Cenab-? Hakk nurlu beyân?nda, bizi huzûruna celp ve maiyetiyle şereflendirmek için çok defa havf? bir kamç? olarak kullan?r. Bu kamç?, t?pk? annenin itaplar?n?n, yavruyu onun şefkatli kucağ?na çektiği gibi; insan? ilâhî rahmetin enginliklerine cezbeder ve onu cebrî lütuflar?n vâridât? ile zenginleştirir. Bu itibarla, Kur’ân-? Kerîm’de havf u haşyetle tüllenen her emir ve direktif, bir buuduyla ürpertici ise de diğer yan?yla rahmet televvünlü ve inşirah vericidir.

    Ayr?ca, Cenab-? Hakk’tan havf edip O’na karş? sayg?l? olan bir vicdan?n, başkalar?n?n kasvetli ve yönlendirmeden uzak, yarars?z, hatta zararl? korkular?ndan kurtulmas? bak?m?ndan da ayr? bir önem arzeder. Cenab-? Hakk, nûrefşân ve ümitbahş beyan?nda yer yer: “ -Eğer gerçek mü’min iseniz, onlardan korkmay?n, benden korkun!” (Âl-i ?mrân, 3/175) buyurarak, insan mahiyetindeki korku hissinin sağa-sola dağ?t?larak dağ?n?kl?ğa düşülmemesini: “ -Sadece ve sadece benden korkun” (Bakara, 2/40; Nahl, 16/51) diyerek de hiçbir yarar? olmayan fobilere girilmemesini ihtar eder ve: “ -Her an üzerlerinde nigehban bulunan Rabbilerinden korkar ve emrolunduklar? şeyleri titizlikle yerine getirirler” (Nahl, 16/50) ve: “ -Havf u haşyet içinde, ayn? zamanda tazarru ve niyazlar?n?n kabul olacağ? ümidiyle Rabbilerine dua eder-ler...” (Secde, 32/16) gibi pürenvar beyanlar?yla havfla mamur, haşyetle serfiraz gönülleri senâ eder. Eder, zîra hayat?n? havfa göre örgüleyen bir ruh, iradesini temkinli kullan?r, ad?mlar?n? dikkatli atar ve ayağ?n? çürük bir yere basmamaya çal?ş?r. ?şte böyle titiz ruhlar r?zâ semas?n?n üveykleri say?l?rlar. ?şte size, Lücce sahibinden havfla alâkal? hoş bir tesbit:

    “Eğer Cenab-? Hakk’?n kahr?ndan korkuyorsan dinde sabit kadem ol; zîra ağaç şiddetli rüzgarlara karş? kökleriyle yere muhkem tutunur.”

    Havf?n en aşağ? mertebesi, iman?n şart? ve muktezas? olan havft?r ki : “ -Eğer gerçek mü’min iseniz benden korkun” (Âl-i ?mrân, 3/175) meâlindeki âyet buna işaret etmektedir. Bunun bir üstü ilim buudlu havft?r ki: “ -Allah’tan, kullar? aras?nda ancak alimler hakk?yla korkar” (Fât?r, 35/28) âyeti de bu mertebeyi ihtar eder. Daha üst bir mertebe ise marifet mertebesidir ve heybet televvünlüdür ki: “ -Allah size kendisine karş? ürperti içinde bulunman?z? emreder” (Âl-i ?mran, 3/28, 30) beyan-? sübhânîsi de bunu hat?rlat?r.

    Bundan başka, bir k?s?m sofîler havf?; biri heybet, biri haşyet olmak üzere kendi içinde de ikiye ay?rm?şlard?r. Her ikisi de korku ve sayg? düşüncesinden kaynaklanmas?na rağmen bunlardan heybet daha ziyade “firar” yörüngeli, haşyet ise “ilticâ” mahreklidir. Seyr u sülûkte heybet sahibi, sürekli firar düşüncesi içindedir; O’nunla oturur-kalkar, O’nu düşler ve O’nu tasarlar; haşyet sahibi ise, her lâhza ayr? bir mülâhaza ile O’na ilticâ etme vesileleri araşt?r?r ve O’na s?ğ?nma f?rsatlar? kollar.

    Bu itibarla da çok defa, rehbet yolunu seçenler, firar? da devam ettirirler.. firar? devam ettirdikleri için de kolay? zorlaşt?r?r ve ruhbanlar?n maruz kald?ğ? s?k?nt?lara maruz kal?r, dolay?s?yla da firar?n has?l ettiği bu’diyet ölçüsünde, O’ndan uzak kalman?n ?zd?rab?n? yaşarlar. Hayatlar?n?n her lâhzas?nda “hevâ”y? “hüda”ya çevirebilmiş haşyet salikleri ise, her an ayr? bir iltica yol ayr?m?nda ayr? bir “kurb” kevseri içer ve “daha yok mu?” diyerek coşarlar.

    Haşyet, kâmil ma’nâda bir enbiyâ hususiyetidir.. nebiler, sürekli içinde âdetâ ?srafil’in sûrunun duyulduğu bu atmosferde ve Hakk’?n, azamet u celâlinin savleti karş?s?nda bir can ile ölür, birkaç can televvünü ile dirilirler. Onlar?n his, şuur ve idrâk ufuklar?nda her zaman: “ -Cenab-? Hakk azametle dağa tecelli edince, dağ şâk şâk oldu, parçaland? ve Musa kendinden geçip bay?ld?” (A’râf, 7/143) gerçeğinin tulû ve gurûblar? yaşan?r. Akrabü’l-Mukarrabîn ve Seyyidü’l-Haşiyîn de: “Ben sizin görmediğinizi görüyor, duymad?ğ?n?z? duyuyorum; bilebilseniz ki, gök bir g?c?rday?şla g?c?rday?p inledi ki!. Zaten öyle olmas? gerekirdi; zira göklerde meleklerin secdegâh? olmayan dört parmak kadar bile boş yer yoktur. Allah’a yemin ederim ki, eğer azamet-i ilâhî ad?na benim bildiğimi bilseydiniz, az güler çok ağlard?n?z, hatta zevcelerinizle bir arada bulunmaktan kaç?n?r, dağ ve sahralarda ç?ğl?k ç?ğl?k Allah’a yalvar?rd?n?z” buyurur. Bu hadiste hem Peygamberin ilticâ buudlu haşyeti -ki, kendi, bilinebilecek herşeyi bildiği halde firar? değil O’na s?ğ?nmay? seçmiştir- hem de diğer insanlar?n firar buudlu heybetlerini anlatm?şt?r.. ve Ebu Zerr hadîsdeki: “Keşke, kökünden sökülen ve kesilip-biçilen bir ağaç olsayd?m” ilavesiyle kendi hesab?na bu düşünceye beliğ bir tercümand?r..!

    Haşyet ve mehabete göre programlanm?ş bir ruh, havf mülâhazas? olmasa da günahlara bulaşmaz.. işte mehabet bendesi bir ismet kahraman?!: “ -Süheyb ne yüksek bir karakterdir -muhalfarz- Allah’tan korkmasa da günah işlemez.”
    Havf erbab? bazen s?zlar, bazen ağlar ve gözyaşlar?n? ceyhun ederek günde birkaç defa hususiyle de yaln?zl?k zamanlar?nda gözyaşlar?yla “bu’d” ateşlerini söndürür ve bu’dlar bu’du cehennem üzerine yürür. Zira: “ -Allah korkusundan ağlayan birinin, sağ?lm?ş sütün yeniden memeye dönmesi muhaliyeti gibi cehenneme girmesi mümkün değildir” fehvâs?nca, cehennem ateşini söndüren en tesirli iksir gözyaşlar?d?r. Bazen de, hem yapt?klar?n? hem de yapmad?klar?n? sürekli birbirine kar?şt?r?r; yapt?klar?n?n “hüdâî” olmay?p da “hevâî” olduklar?ndan, yapmad?klar?n?n ise bütün bütün şeytânî olmas?ndan, irkilir, devaml? hüzünle yutkunur.. ve isabetli karar verebilirse doğrulur O’na ilticâ eder. Bunlardan birinci ş?ktakiler: “ -Rabbilerinin huzuruna döneceklerinden ötürü, yürekleri çarparak vereceklerini verirler” (Mü’minûn, 23/60) mealindeki âyet münasebetiyle, Aişe Validemiz’den nakledilen şu vak’ay? misâl olarak gösterebiliriz: Validemiz buyurur ki: “Bu âyet nâzil olunca ‘âyette zikredilenler, zina etme, h?rs?zl?k yapma, içki içme gibi haramlar? irtikap edenler midir?” diye Rasûlullah’a sordum. ?nsanl?ğ?n ?ftihar Tablosu Seyyid’ül-Ma’sûmîn: “Hay?r ya Aişe, âyette anlat?lmak istenen, namaz k?l?p, oruç tutup sadaka verdiği halde, kabul olup olmamas? endişesiyle tir tir titreyenlerdir, buyurdular.” Birinci kategoride zikredilenlere “düz mü’minler” diyeceksek ikincilerine “derin mü’minler” veya “kamil insanlar” demek uygun olur zannederim.

    Ebû Süleyman-? Dârânî: “Kulun, havf ve recâ aras? bir yol tutup gitmesi esas olmakla beraber, her zaman kalbin korku ve sayg?yla atmas? daha emin bir yoldur” der. Ayn? düşünceyi paylaşan Şeyh Galip ise havf mevzuundaki hislerini şu müstesna m?sras?yla âdetâ hülâsa eder:

    Bin havf ile ceşm-i cân? bâzet!

    ne attan düşmedik yiğit ne de

    sürçmedik at vardır...


  4. #4
    Vefakar Üye emaneten - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    Oct 2007
    Bulunduğu yer
    Ankara
    Yaş
    38
    Mesajlar
    445

    Standart


    RECÂ

    Gelecek ad?na emellerle dopdolu olma ve arzu edilen şeylerin elde edilebileceği ümidiyle yaşama ma’nâlar?na gelen recâ, sofilerce: “Gönülden istenen bir şeyin tahakkuk etmesi inanc?yla meydana geleceğini ümit etme ve bekleme” şeklinde tarif edilmiştir. Bu itibarla, hasenât ad?na bir şeyi işleyip kabulünü beklemek, kezâ ma’siyetten tevbe edip hüsn-ü kabul göreceği mülâhazas?yla ümitlenmek birer recâd?r.

    Hata, günah ve seyyiat?n şahsa yüklenmesi, hasenât?n ise, Allah’?n rahmetine atfedilmesi esas?na dayanan recâ, sâlikin bir k?s?m yanl?şl?klar?n, kötülüklerin ve yak?ş?ks?z şeylerin ağ?na düşmemesi, iyilikler ve güzelliklerle de ş?mar?p küstahlaşmamas? için, istiğfar ve dua kanatlar?yla sürekli “seyr ilallah” ufkunda seyahatla şerlerden kaç?n?p hay?rlara s?ğ?nmas?; inâbe ve tazarru lisan?yla da devaml? “seyr maallah” ikliminde Hakk kap?s?n?n tokmağ?na dokunmas?ndan ibaret say?lm?şt?r. Böyle bir denge kurulabildiği takdirde, ne havfta ink?ta ve ye’s, ne de recâda gevşeklik ve şatahat olur.
    Evet, günahlardan kaç?n?p Allah’dan inâyet beklemek, yar?ş?rcas?na hayrât ve hasenât yolunda koşup sonra da Allah rahmetinin enginliği mülâhazas?yla o kap?ya yönelmek sad?k bir recâ ve sad?klar?n recâs?d?r. Aksine, amelsiz hasenât beklemek veya ömrünü günah vadilerinde geçirdiği halde, Allah’? kendi hesaplar?yla bir şeylere -estağfirullah- icbar ediyor gibi “buhbuha-i cennet” den dem vurmak yalanc? bir recâ ve Hazret-i Rahmanü’r-Rahim’e karş? da bir sayg?s?zl?kt?r.
    Recâ, bir temennî değildir; temennî, herhangi bir tasavvur ve düşüncenin meydana gelmesi mevzuunda kat’iyyet bulunmayan, dolay?s?yla da ümid va’detmeyen bir beklenti olmas?na mukabil, recâ; matluba ulaşt?racak bütün vesileleri değerlendirip, rahmeti ihtizaza getirme yolunda peygamberâne bir basîret ve şuurla bütün iltica kap?lar?n? zorlaman?n ad ve ünvan?d?r.

    Bir diğer ifade ile recâ; ilim, kudret ve irade s?fatlar? gibi, rahmet ve affediciliğin de ihata ve şümûlüne inan?p, ehadiyet dalga boyunda bir k?s?m teveccühlere muntaz?r olmak demektir. Kur’ân-? Kerim’in rahmetin herşeyi aşt?ğ?n? (A’râf, 7/156); bir kudsî hadîsin de, ilâhî rahmetin her zaman gadab?n önünde bulunduğunu ifade etmesi, zannediyorum, bu gerçeği hat?rlatmaktad?r. Şeytanlar?n bile ümid ve ümniyeye kap?lacağ? böyle engin bir rahmete karş? lâkayd kalmak, hatta o rahmetin mevcudiyetini inkâr ma’nâs?na gelen recâ hissini yitirip ye’se kap?lmak affedilmeyen bir günaht?r.

    Reca:

    “Kerem k?l kesme Sultan?m keremin bînevâlerden
    Keremkâne yak?ş?r m? kerem kesmek gedalerden..”


    M. Lütfi Efendi deyip kalben Kerim ü Vedûd’un cömertliği etraf?nda pervaz ederek O’na s?ğ?nma yollar?n? araşt?rmakt?r. Rabbin mülâtefesi say?lan böyle bir mazhariyeti elde etmiş olanlar hiç tükenmeyen bir hazine bulmuş say?l?rlar. Hele insan sahib olduğu şeylerin bütününü kaybettiği veya ona karş? her türlü musibet bendinin y?k?ld?ğ? veyahut hayra muvaffak olamaman?n, şerden kurtulamaman?n ?zd?rab ve inkisar?n? vicdan?nda duyduğu.. yani sebeplerin bitevî sükut edip her yolun “Müsebbibu’l-Esbâb”a döndüğü hengâmda, recâ, bir berk olur, burak olur.. onun yollar?n? ayd?nlat?r ve onu, ulaş?lmas? insan gücünü aşan ulaş?lmazlara ulaşt?r?r.

    Gazze’de son dakikalar?n? yaşayan ?mam-? Şafiî’nin recâ ad?na şu son ve dolgun soluklar?n? kaydetmeden geçemeyeceğim:

    “Kalbim kasvet bağlay?p yollar da sarpa sar?nca, ümidimi aff?na merdiven yapt?m.. günah?m gözümde büyüdükçe büyüdü ama, onu al?p aff?n?n yan?na koyunca, aff?n? tasavvurlar üstü büyük buldum.”

    Allah korkusunun insan? günahlardan uzaklaşt?r?p, O’na yönelttiği, O’na yaklaşt?rd?ğ? yerlerde sürekli “havf” soluklamak; ye’s çukurlar?na düşüldüğü veya ölüm emarelerinin belirdiği zamanlarda da “recâ”ya sar?lmak, havf-recâ dengesi ad?na ölçü say?lacağ? gibi, ruhta hâs?l olan emniyet duygusuna karş? korku unsurlar?n? harekete geçirmek, ümitsizlik hazanlar?n?n esip-savurduğu hengamda da recâ seralar?na s?ğ?nmak da ayr? bir yaklaş?m keyfiyeti say?labilir. Bu itibarla, bazen en mükemmel amelin yan?nda duman duman korku tütebilir ve az bir amelin sağ?nda-solunda da recâ tüllenebilir...

    Yahya b. Muaz’?n bu mülâhaza için bir tazarruunu kaydetmek istiyorum: “Allah?m, çok defa günah ve hatalara bulaşt?ğ?m zaman, ruhumda taş?d?ğ?m recâ, en mükemmel amellere iktiran eden recâdan daha güçlü görünüyor; zira ben ar?zalarla ma’lûl bir insan?m; kat’iyen masun say?lamam.. günahlara bulaşt?ğ?m zaman hiçbir iş ve amele değil, bilâ kayd u şart senin aff?na itimat ederim.. nas?l etmem ki, sen cömertlikle mevsufsun!”

    Zaten çoklar?nca recâ, Zât-? Uluhiyyet hakk?nda hüsn-ü zan beslemenin bir başka buudu say?lm?şt?r. Ve: "-Benim kulumla maiyyet ve muamelem, onun benim hakk?mdaki zann?na bağl?d?r" mealiyle vereceğimiz kudsî hadis de bu mülâtefenin ifadesidir.

    Ebu Sehl’i, rüyada tarifler üstü nimetler içinde yüzüyor görür ve sorarlar: “Üstad bu yüksek payeyi nas?l elde ettiniz?” Ebu Sehl cevap verir: “Rabbim hakk?nda beslediğim hüsn-ü zan sayesinde.”
    Bu itibarla denebilir ki, eğer recâ, Cenâb-? Hakk’?n engin rahmetiyle tecelli etmesi için bir vesile ise, insan iyi-kötü hiçbir halinde bu vesileyi elden b?rakmamal?d?r. Evet, insan?n ameli, ihlâs?, hasbîliği, diğergaml?ğ? önemli birer güzellik buudu say?lsalar da, insan yanl? olmalar? itibariyle, Allah’a ait bulunan aff?n yan?nda çok önemsiz kal?rlar. Zira öncekiler, zâhîrî esbab aç?s?ndan insan?n işi ve davran?şlar? say?lmas?na karş?l?k, ikincisi doğrudan doğruya Cenâb-? Hakk’?n rahmet buudlu şe’n-i hâss? ve mülâtefesidir.

    Havf u recâ insan gönlüne Allah’?n en büyük armağan?d?r. Bundan daha büyük bir armağan varsa o da, bu iki duygu aras?ndaki muvazeneye riayet ederek, onlar? Allah’a ulaşmada birer nurânî kanat olarak kullanmakt?r.

    ne attan düşmedik yiğit ne de

    sürçmedik at vardır...


  5. #5
    Müdakkik Üye asya - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    May 2007
    Mesajlar
    601

    Standart

    Emeğin için teşekkürler kardeşim.Allah raz? olsun.Şimdi ç?kmam gerekiyor, hepsini okuyamad?m ama tekrar girince okuyacağ?m inşaallah..

  6. #6
    Vefakar Üye emaneten - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    Oct 2007
    Bulunduğu yer
    Ankara
    Yaş
    38
    Mesajlar
    445

    Standart

    yukar?daki iki yaz? m. fethullah gülen hocaefend?ye aittir

    ne attan düşmedik yiğit ne de

    sürçmedik at vardır...


  7. #7
    Vefakar Üye emaneten - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    Oct 2007
    Bulunduğu yer
    Ankara
    Yaş
    38
    Mesajlar
    445

    Standart

    SONSUZ NUR

    “Beni Hûd Sûresi İhtiyarlattı”
    Hz. Ebû Bekir (ra), Allah Resûlü’ne sorar: “Ya Resûlallah! Saçınızda ak görüyorum. Birdenbire ihtiyarladınız; bir derdiniz mi var?” Ve İki Cihan Serveri cevap verir: “Beni Hûd, Vâkıa, Mürselât, Sûreleri ihtiyarlattı.”438 Hûd Suresinde O’na: “Emrolunduğun şekilde dosdoğru ol” (Hud, 11/112) denmişti. Bu doğruluk, Cenâb-ı Hakk’ın, Habîbi için çizdiği doğruluktu. Ve O’ndan, bu çizginin korunması isteniyordu...
    Mürselât, cennet ve cehennemin, zümre zümre ayrıldığını, insanların dehşet içinde iki büklüm olduğunu anlatıyordu. Vâkıa, yine bu zümreleri gösterip teşhir ediyordu. Bu sûrelerde anlatılanlar, Allah Resûlü’nü dehşette bırakıyor ve ihtiyarlatıyordu...

    Ahirete Bakışı
    Bir sahabi, evinde Kur’ân okuyordu. Aynı zamanda okuduğu Kur’ân, dışardan da duyuluyordu. Tam bu sahabi: âyetlerini okurken, Allah Resûlü oradan geçmekteydi. Birden rengi sarardı ve diz üstü yere çöktü. Sanki âyetler, O’nu ırgalıyor gibiydi. Evet, O, bu âyetlerin tehdidinden öyle korkmuştu.
    Bu âyetler: “Hiç şüphesiz bizim nezdimizde (onlar için hazırlanmış) boyunduruklar, yakıcı bir ateş, boğazdan geçmez bir yiyecek ve elem verici bir azâb var” (el-Müzemmil, 73/12,13) diyordu.
    Aslında, bu gibi ifadelerden hiç endişe etmemesi gereken birisi varsa, o da Allah Resûlü’ydü. Ancak O, bize edep, terbiye ve Allah (cc) karşısında takınılacak tavır adına ders veriyordu...
    TOPLUMUN SALÂHINDA ALLAH KORKUSUNUN YERİ
    “Ne irfandır veren ahlâka yükseklik, ne vicdandır;
    Fazilet hissi insanlarda Allah korkusundandır.
    Yüreklerden çekilmiş farz edilsin havfı Yezdan’ın
    Ne irfanın kalır tesiri kat’iyen ne vicdanın.”
    Gerçek fazilet ve insanı insan yapan değerler üstü değer, ancak ve ancak insanın bütün duygu-düşünce ve isteklerini zabt u rabt altına alabilme gücüne sahip Allah korkusudur. Diğer müeyyideler geçici olarak frenleyici birer rol üstlenseler bile, bunların insanı sürekli kontrol altında tutmaları söz konusu değildir. Zira, insanların çeşit çeşit zaafları vardır ve bu zaaflar, bazen insanı öyle bir tesir altına alır ki, insanda direnecek güç kalmaz.. irade devre dışı kalır, derken insan, işte bu zayıf yanlarında biriyle istemediği herhangi bir işi irtikap eder. Bu açıdan, insanı böyle durumlarda frenleyecek öyle güçlü bir sâik lazımdır ki, insan içinde bulunduğu durumun o baskıcı atmosferinden kurtulup sâlim düşünebilsin, sâlim karar verebilsin ve ölçülü hareket edebilsin. Allah korkusunun böyle güçlü bir tesire sahip olduğu hem sübjektif, hem de objektif pek çok delille isbat edilmiş bir husustur. Sadece İslâm tarihine ve bilhassa Asr-ı Saadet dönemine bu gözle bakılması yeterli olacağı kanaatindeyim.
    Düşünün ki cahiliye insanlarından bazıları alkolik, bazıları kadına düşkün, bazıları insan öldürmeyi zevk haline getirmiş birer cani durumundaydı. Bu kabil zaaflarca ma’lul olmayan insan yok denecek kadar azdı. Bu karanlık dönemde bilhassa fuhuş öyle yaygındı ki, birkaç nezih rûhlu insanın dışında, o batağa saplanmamış bir kimse yok gibiydi. Evet toplum böylesine tefessüh etmiş ve kokuşmuştu. İşte o gün İslâm’a girenler de böyle bir toplumdan kopup gelen kimselerdi ki, bunlarda biraz evvel saydığımız zaaflardan birinin veya bütününün bulunması realite olarak gayet normal kabul ediliyordu. Oysa ki, daha sonraki durumu itibariyle o koskoca Asr-ı Saâdet’te, bir-iki zina hâdisesi, bir-iki hırsızlık ve yine ancak o kadar içki içme vak’ası tesbît edilebilecektir. Bunların yarısına yakınının tesbîti de yine suçlunun bizzat kendi itirafıyla olacaktır. Bir suçluya suçunu itiraf ettirecek, hem de bu itirafın bedelini canıyla ödeyeceğini bile bile, Allah korkusunun dışında hangi güç ve hangi kuvvet vardır?.. Öyleyse, hem ferdî hem de içtimaî plânda sâlah adına, bir toplum için en yararlı, en büyük dinamik “Allah korkusu”dur denebilir. Biz buna böyle inanıyor ve toplum olarak kurtuluşun da bu inancın yaygınlaşma oranında paralel gelişeceği kanaatini taşıyoruz.[1]
    DUYGULARDA İTİDAL
    …Günümüzde havf-recâ hususunda yaşanan dengesizliklerden de söz etmek mümkündür. Mesela; halkı irşat konumunda olan insanların çoğu, sadece cenneti ya da cehennemi nazara verip; bu hususta insanları ya tamamen ye'se ya da aşırı bir güvene sevketmektedirler. Halbuki insan, bir taraftan amelini işlemede kılı kırk yararcasına hassas davranırken, diğer taraftan da, bu amellerin, Cenab-ı Hakk'ın vermiş olduğu nimetlerin şükrünü edada yeterli olmayacağını ve bir insanın sadece ameliyle kurtulamayacağını düşünmesi de gerekir. Efendimiz (s.a.s) sahih bir hadislerinde: "Hiç kimse ameliyle kurtulamaz" buyurur. Sahabe Efendilerimiz: "Sen de mi ey Allah'ın Rasulü?" dediklerinde; "Evet. Allah'ın fazlı, bereketi olmazsa ben de kurtulamam' der. O halde insanın: "Ne günahım var? Aksine ben bu yaşımda iman etmiş, namaz kılmış, oruç tutmuşum.. o halde Allah bana ceza vermez" demesi, Allah'a karşı bir saygısızlık ve küstahlığın ifadesi; kendi nefsini yerden yere vurup: "Benden bir şey olmaz, zaten şu ana kadar işlediğim hiç bir hayır da yok. Nasıl olsa cehennemliğim, o halde boş yere uğraşıyoruz.." şeklinde bir mülâhazaya girip ümitsizliğe düşmesi de, ayrı bir saygısızlığın ve küstahlığın seslendirilmesidir.[2]

    [1] Fasıldan Fasıla 2, s:247

    [2] Prizma 3, s:32

    ne attan düşmedik yiğit ne de

    sürçmedik at vardır...


  8. #8
    Vefakar Üye emaneten - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    Oct 2007
    Bulunduğu yer
    Ankara
    Yaş
    38
    Mesajlar
    445

    Standart

    HAD?S…

    * Hz. Enes (rad?yallâhu anh) anlat?yor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) ölmek üzere olan bir gencin yan?na girmişti. Hemen sordu: "Kendini nas?l buluyorsun?" "Ey Allah'?n Resûlü, Allah'tan ümidim var, ancak günahlar?mdan korkuyorum" diye cevap verdi. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) da şu aç?klamay? yapt?: "Bu durumda olan bir kulun kalbinde (ümit ve korku) birleşti mi Allah o kulun ümid ettiği şeyi mutlak verir ve korktuğu şeyden de onu emin k?lar."
    * Hz. Berâ (rad?yallâhu anhâ) anlat?yor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Yatağ?na girdiğin zaman şu duay? oku: "Allah?m nefsimi sana teslim ettim, yüzümü sana çevirdim, işlerimi sana emanet ettim s?rt?m? sana dayad?m. Senin rahmetinden ümitvar?m, gazab?ndan da korkuyorum. Senin ikab?na karş?, senden başka ne melce var, ne de kurtar?c?. ?ndirdiğin Kitab'a, gönderdiğin Peygamber (aleyhissalâtu uesselâm)'e imàn ettim" "Eğer bunu okuduğun gece ölecek olursan f?trat üzere ölmüş olursun. Şayet sabaha erersen hay?r bulursun."
    * Ebu Rezîn anlat?yor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Rabbimiz, s?k?nt?l? durumunun değişeceği zaman yak?n olmas?na rağmen kullar?n?n ümitsizliğe düşmesine güldü." Ebu Rezin devamla der ki: "Ey Allah'?n Resûlü dedim, hiç Rab Teâla güler mi?" "Evet" buyurdular. Ben de: "Öyleyse gülme vasf? bulunan bir Rabb'ten bize hay?r eksik olmayacakt?r!" dedim."
    * Hz. Mu'az ?bnu Cebel rad?yallahu anh anlat?yor: "Bir gün, Resülullah aleyhissalâtu vesselam, bir namaz k?lm?ş ve namaz? çok uzatm?şt?. Namazdan ç?k?nca biz: "Ey Allah'?n Resülü! Bugün namaz? çok uzatt?n?z!" dedik. Şu aç?klamay? yapt?lar: "Ben bugün, bir ümit ve korku namaz? k?ld?m. Ben (namazda) aziz ve celil olan Allah'tan ümmetim için üç şey talep ettim. Allah bunlardan ikisini verdi, birini vermedi. Ben Allah'tan ümmetime, kendileri d?ş?nda bir düşman musallat etmemesini talep ettim, bu talebimi kabul etti. Allah'tan ümmetimi (eski ümmetler gibi) toptan suda boğarak helak etmemesini talep ettim. Allah bunu da kabul etti. Allah'tan ümmetimin kendi aralar?nda savaşmamalar?n? talep ettim, Allah bunu reddetti."
    * Hz. Ali rad?yallahu anh demiştir ki: "Tefekkür edilmeden yap?lan k?raatte, (beklenen) hay?r yoktur. F?k?h olmayan ibadette (çok) hay?r yoktur. Fakihlerin fakihi, halk? Allah'?n rahmetinden ümitsizliğe düşürmeyen ve Allah'?n mekrinden de emniyete salmayan ve insanlar? Kur'ân'dan başka şeye rağbete sevketmeyen kimsedir."
    * Hz. Ebu Hureyre rad?yallahu anh anlat?yor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm (bir gün): "Size en hay?rl?n?z?n ve en şerlinizin kim olduğunu haber vermiyeyim mi?" buyurdular ve bunu üç kere tekrar ettiler. Cemaat: "Evet, haber veriniz!" dedi. "En hay?rl?n?z, kendisinden hay?r umulan ve şerri dokunmayacağ? hususunda emin olunand?r; en şerliniz de kendisinden hay?r ümit edilmeyen ve şerrinden de emin olunmayan kimsedir."
    * Halid'in oğullar? Habbe ve Sev rad?yallahu anhüm anlat?yor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm bir şey tamir etmekte iken yan?na girdik. O işte kendisine yard?m ettik. "Başlar?n?z k?m?ldad?ğ? müddetçe r?z?k hususunda yeise düşmeyin. Zira insan? annesi k?pk?z?l, üzerinde hiçbir şey olmad?ğ? halde doğurur, sonra aziz ve celil olan Allah onu her çeşit r?z?kla r?z?kland?r?r" buyurdular."
    * Hz. Enes rad?yallahu anh demiştir ki: "Cuma günü, (dualar?n kabul edileceği) ümit edilen saati, ikindi namaz?ndan sonra güneşin ufuktan kaybolmas? an?na kadar aray?n."

    ne attan düşmedik yiğit ne de

    sürçmedik at vardır...


  9. #9
    Dost hüsnüzanlamemur - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    Sep 2007
    Mesajlar
    6

    Standart

    sa numaralar sayfa nolar?d?r

    Sözler | On Beşinci Söz | 171ve bir inzibat alt?na ald?ğ? ve maddi manevi teçhiz ettiği ve umum o efrad?n derecat?na göre ak?llar?n? talim ve kalblerini terbiye ve ruhlar?n? ... ve bütün tarihçe-i hayat?n?n şehadetiyle Allah'?n azab?ndan çok havf eden ve herkesten ziyade Allah'? bilen ve bildiren ve nev-i beşerin beşten birisine ve

    Sözler | Yirmi Dördüncü Söz | 309gibi bir dehşet verecek. halbuki, ahiret ve dünya muvazenesini muhafaza etmek ve her vakit havf ve reca ortas?nda bulunmak maslahat?, iktiza eder ki, her dakika hem ölmek, hem yaşamak mümkün olsun.

    Sözler | Lemeât | 661mesela, ecelin ibham?nda bir muvazene vard?r; her dakikada tutar ne vaziyet al?rsan. kefeteyn-i havf ü reca, hizmet-i ukba-dünya tevehhüm-ü bekai, lezzet-i ömrü verir. yirmi sene müphem bir ömür olsa ahsen.

    Mektubat | Yirmi Alt?nc? Mektup | 302ve bir inzibat alt?na ald?ğ? ve maddi ve manevi teçhiz ettiği ve umum efrad?n derecat?na göre ak?llar?n? talim ve kalblerini terbiye ve ruhlar?n? ... ve bütün tarihçe-i hayat?n?n şehadetiyle, Allah'?n azab?ndan çok havf eden ve herkesten ziyade Allah'? bilen ve bildiren ve nev-i beşerin beşten birisine ve

    Lemalar | Yirmi Beşinci Lem'a | 213ecel vakti muayyen değil; cenab-? hak, insan? ye's-i mutlak ve gaflet-i mutlaktan kurtarmak için, havf ve reca ortas?nda ve hem dünya ve hem ahireti muhafaza etmek noktas?nda tutmak için, hikmetiyle eceli

    Lemalar | Fihrist | 397şikayet edilmeyeceğini; ve hastal?k baz?lar?na bir define olduğunu; ve ecel muayyen olmad?ğ?ndan, her vakit havf ve reca ortas?nda bulunmak laz?m olduğunu ve ölüm insan? gaflet içinde yakalamak ihtimali bulunduğundan, hastal?k onun

    Şualar | Beşinci Şuâ | 499darağac?na as?lmak için her gün bir ayak daha onun taraf?na at?lmakla dehşet-i mutlaka içinde, havf ve recan?n muvazene-i maslahatkarane ve hakimanesi bozulduğu gibi; aynen öyle ... dünyeviyenin lezzeti ve k?ymeti kal?r ve ne de havf ve reca içinde ihtiyar ile itaatkarane olan ubudiyetin ehemmiyeti ve hikmeti bulunurdu. hem eğer muayyen olsa,

    ?şaratül-?caz | Besmele ve Fatiha Sûresinin Te | 21herbir alemde emir ve nehiy, sevap ve azap; terğib ve terhib, tesbih ve tahmid, havf ve reca gibi pek çok füruat, celal ve cemalin tecellisiyle teselsül edegelmektedir. ikincisi: cenab-? hakk?n

    ?şaratül-?caz | Besmele ve Fatiha Sûresinin Te | 32diniyenin füruat? da, ömr-ü beşerin devreleri itibariyle tebeddüle uğrar. havf ve firar makam? olan şu s?fat?n makablindeki makamlarla ... bakt?rmas?; ve teselli nazar?yla refik-? daimisi olan makam-? recaya bakt?rmas?d?r. çünkü, korkunç birşeyi gören adam, korku ve hayret içinde kal?r, sonra firar etmeye

    ?şaratül-?caz | Hurûf-u Mukattat | 66irşad? tergib ve terhib, tebşir ve inzara taksim eder. sonra vicdana tecelli edince, reca ve havf husule gelir. sonra irşad?n iktizas?ndand?r ki, havf ile reca aras?ndaki müvazene devamla muhafaza edilsin ki, reca ile doğru yollara süluk edilsin, havf ile de, eğri yollara gidilmesin; ne Allah'?n rahmetinden me'yus, ne de azab?ndan emin olunsun.

    RNK

  10. #10
    Ehil Üye hayırlısı - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    Sep 2007
    Bulunduğu yer
    İstanbul-Kilis
    Mesajlar
    1.194

    Standart

    Hz.Ömer misali gibi ; Cennetlik bir kişi var deseler acaba benmiyim diye ümitlenmek , Cehennemlik bir kişi var deseler acaba benmiyim diye korkmak , hakikaten şu misale bakt?ğ?m?z zaman , nefis ve kibire hiç yer vermemiş , cennetlik benmiyim derken acaba diyor , yani emin değil sadece ümit var ve ayn? şah?s cehennem denince bu sefer de titriyor , Maşallah Barekallah
    Evet, hakiki imanı elde eden adam, kainata meydan okuyabilir ve imanın kuvvetine göre, hadisatın tazyikatından kurtulabilir. AMENNA

+ Konu Cevaplama Paneli

Konu Bilgileri

Users Browsing this Thread

Şu an 1 kullanıcı var. (0 üye ve 1 konuk)

     

Benzer Konular

  1. havf Reca ..???
    By havfreca in forum Serbest Kürsü
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 16.10.14, 22:17
  2. Havf ve reca arasında insan
    By aşur in forum Bediüzzaman ve Risale-i Nur Çalışmaları
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 19.10.11, 12:30
  3. Havf ve Reca Arası
    By *SAHRA* in forum İslami Konular ve İman Hakikatleri
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 01.09.11, 00:34
  4. Havf ve Reca (Korku ve Ümit) Arasında Olmak Ne Demektir?
    By SeRDeNGeCTi in forum İslami Nitelikli Yazılar
    Cevaplar: 3
    Son Mesaj: 27.02.09, 19:17
  5. Havf ve Reca
    By havf_reca in forum İslami Konular ve İman Hakikatleri
    Cevaplar: 7
    Son Mesaj: 24.08.08, 23:03

Bu Konudaki Etiketler

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Var
Google Grupları
RisaleForum grubuna abone ol
E-posta:
Bu grubu ziyaret et

Search Engine Friendly URLs by vBSEO 3.6.0