Dünyayı kesben değil, kalben terk etmek bir ufuk. ifadesi kolay ancak tatbiki zor bir ufuk. bu ufku yakalayan için daha nice ufuklar açılır.
Her yerde okuruz bu ifadeleri "dünyayı kesben deği, kalben terk etmek"ifadelerini. Bazen üzerinde saatlerce yorumlar da yaparız. ama kendimize bakınca uygulamada istenen durumda olmadığımızı görürüz. her amelimizde olduğu gibi burdaki eksiklik de zaaf-ı imandan kaynaklanmaktadır. bizler risaleleri okudukça iman meselesini hallettiğimizi zannediyoruz. Halbu ki, bu sadece imanla tanışmaktır. nasıl iman edileceğine dair. malumatlardır. kısacası işin başıdır. ve bir kez anladım demekle olup biten bir iş değildir. İmanın mertebeleri vardır. İşte bu mertebelerde terakki ettikçe her mesele de yavaş yavaş hallolmaya başlayacaktır.
Bir hakikata inanmak başka, fiil ve hal alemini onunla tertip ve tanzim etmek daha başkadır. İşte yakin imana sahip olanlarda iman, kulun fiil ve hal aleminde daima tesirini gösterir. Mesela, melaikeye her mümin inanır. melekleri Kua'nın bildirdiği gibi bilen bir insanın bu imanı vakıa mutabık ve şüpheden de uzaktır. ama melekleri sözü edildiği zaman hatırlamak başka, her adım atışında her söz sarfedişinde onları yanıbaşında bilmek daha başkadır. işte bu ikincisi yakin imandır. üstadın ifadesiyle;
İnsanın hem şahsı, hem âlemi her zaman teceddüt ettikleri için, her zaman tecdid-i imana muhtaçtır. Zira insanın herbir ferdinin mânen çok efradı var. Ömrünün seneleri adedince, belki günleri adedince, belki saatleri adedince birer ferd-i âhar sayılır. Çünkü, zaman altına girdiği için, o ferd-i vahid bir model hükmüne geçer, hergün bir ferd-i âhar şeklini giyer.
Hem insanda bu taaddüt ve teceddüt olduğu gibi, tavattun ettiği âlem dahi seyyardır. O gider, başkası yerine gelir. Daima tenevvü ediyor, hergün başka bir âlem kapısını açıyor.
Selam ve dua ile...