katk?lar?n?z için teşekkür ediyorum düşüncemde bu cevaplardan sonra bir profil çizdim akl?mda kalmas? içinde ç?kt?lar?n? ald?m Allah sizlerden raz? olsun
katk?lar?n?z için teşekkür ediyorum düşüncemde bu cevaplardan sonra bir profil çizdim akl?mda kalmas? içinde ç?kt?lar?n? ald?m Allah sizlerden raz? olsun
özetle takdirilahi..
Suskunluğum asaletimdendir. Her lafa verecek cevabım var. Ama bir lafa bakarım laf mı diye, bir de söyleyene bakarım adam mı diye
Abdin ihtiyarından neş'et eden bir fiile ilm-i ezelinin taalluku, o ihtiyara münafi ve mani değildir. Çünkü müessir, ilim değildir, kudrettir. İlim, maluma tabidir.
Malum nasıl bir keyfiyet üzerine olursa, ilim öylece taalluk eder. Öyleyse, malumun mekayisi ve esbabı, kadere isnad edilemez.
Kader, ilim nevindendir. İlim, mâlûma tâbidir. Yani, nasıl olacak, öyle taallûk ediyor. Yoksa, mâlûm, ilme tâbi değil. Yani, ilim desâtiri, mâlûmu, haricî vücud noktasında idare etmek için esas değil. Çünkü, mâlûmun zâtı ve vücud-u haricîsi, irâdeye bakar ve kudrete istinat eder.
İlim, maluma tabidir. Bu kaziyeye göre, malum, ilme tabi değildir; çünkü devir lazım gelir. Öyleyse, bir insan, amelen yaptığı bir fiilin esbabını kadere havale etmekle taallül ve bahaneler gösteremez...
Üstadın bu açıklamalarından sonra zihnimizdekini yazmamıza gerek yok sanırım...
Hest-i Nist-Nümâ
"Müslümanın müslümana gülümsemesi sadakadır" sırrıyla espri yapıyorum...
Hepimiz Cennette Kavuşalım...
Demek ki, fâil olmak için fiili bilmek yetmiyor. Onu irade etmek, bizzat teşebbüs etmek ve işlemek gerekiyor. İşte Allah, insanın bütün amellerini, bütün fiillerini bilir. Ama, iradesini ve kuvvetini sarf ederek o işi yapan insandır ve her türlü sorumluluk da ona aittir.
hüdabin isen o kafidir
Bir emniyet mensubu, yetkisini ve silâhını kötüye kullanarak birisini haksız yere vursa, devlete mi katil denilecektir, yoksa o görevliye mi? Şüphesiz, katil o görevlidir!.. Şimdi bu görevli, “Ben o suçu devletin imkânlarıyla işledim. Ne kendi silâhımı kullandım, ne de kendi mermimi.” şeklinde bir özür beyan edebilir mi?
hüdabin isen o kafidir
Hayır edemez,sonuçta kedisine verilen silah,görevini yerine getirip hayırlı yönde tasarruf edilmesi için verilmiştir...Bunun bilincinde olduğu halde görevini ve kendisine verilen yetkiyi istismar ettiği taktirde suçlu sayılmış olacaktır...
Hest-i Nist-Nümâ
"Müslümanın müslümana gülümsemesi sadakadır" sırrıyla espri yapıyorum...
Hepimiz Cennette Kavuşalım...
burada iki mana var
birisi iradaye bakıyor diğeri kadere
kadere bakan manasıda ikiye ayrılıyor birisi vücüdündan önceye bakaması birde vücüdündan sonraya bakaması
ben kendi kısır fehminle bu büyük manaları daraltmak istemem ama ince hakikatler bunlar
hüdabin isen o kafidir
Kader, Cenab-ı Hakkın kâinatta olmuş ve olacak her şeyi bilip, Levh-i Mahfuz’unda (her şeyin yazılı, kayıtlı olduğu kader levhası) takdiri ve yazmasıdır. Takdir-i İlâhîdir.
Kadere iman, yani her şeyin Allah’ın takdiriyle olduğuna inanma, imanın rükûnlarındandır. Bir mü’min, her şeyi, hatta fiilini, nefsini Allah’a vere vere sonunda teklif (imtihan) ve mesuliyetten kurtulmaması için karşısına cüz-i ihtiyar (seçme, dileme, irade) çıkmakta, ona ‘Mesul ve mükellefsin!’ demekte; yine yaptığı iyilikler ile gururlanmaması için de “kader” karşısına çıkıp ‘Haddini bil, yapan sen değilsin’ demektedir. (26. Söz)
Kader bir ilimdir. Her şeye manevî ve hususî kalıp hükmünde bir miktar tayin eder. Her şeyin bir haddi vardır. Kaderin çizdiği bu miktar ve sınır, o şeyin vücuduna bir plan, bir model hükmüne geçer. Bitkilerin çekirdeklerinde bulunan kuvveler (kuvvet, güç, kabiliyetler) kader kalemiyle yazılmıştır ve kuvveden fiile (harekete) geçmeleri o kader planına göre olmaktadır.
Kader ve kaza meselesi bütün İslâm âlimlerini ve de felsefecilerini meşgul etmiş bir meseledir. Kader ve kaza, Allah’ın irade ve kudret sıfatlarının zarurî bir gereğidir. Çünkü şu kâinatta cereyan eden hadiselerin tamamı bir ilme, bilgiye dayandığı gibi, meydana gelmeleri de bir kudretle gerçekleşmektedir. Onları bilen ve yaratmaya kudreti yeten Zat, onların yokluktan varlığa çıkmalarını irade etmiştir. Allah’ın ilmi, kudreti, iradesi ve diğer sıfatlarıyla yarattığı bu kâinat ve şu hadiseler, elbette ki bir tayin ve takdire, bir plan ve esasa dayanmaktadır. İşte kader bu planın takdir edilmesi, kaza ise icra edilmesi, yani yerine getirilmesi demektir.
Kader, varlıkların ve hadiselerin bütün halleri ve vasıflarıyla, sebepleri ve şartlarıyla, hâiz olacakları kuvvet ve kabiliyetleriyle, varlık âlemine gelecekleri zaman ve mekânlarıyla Allah (cc) tarafından ezelde tayin buyurulması ve bir tertip ile kaydedilmesi demektir.
Kaza ise ezelde takdir olunan her şeyin Allah’ın halk ve icadıyla vücut sahasına çıkması demektir.
Bu izahlara göre, kader ilim sıfatına, kaza ise kudret sıfatına dayanmaktadır. Kader kazadan önce ve daha şümullüdür. Her kaza olunan şey kaderde vardır, fakat kaderde olan her şey kaza olmuş denilemez. Yaratılmayan şeyler kaderdedir, yani Allah’ın ilmindedir, onlar için ancak kaza edilmemiş diyebiliriz.
Kaderin kazadan daha geniş ve etraflı olmasını şöyle de açıklayabiliriz:
Bir kişi Allah’ın (cc) yasakladığı fiilleri işlerse isyankâr olmuş olur. Aynı insan, Allah’ın (cc) emirlerini yerine getirirse iyi bir insan ve makbul bir kul olur. İşte birbirine zıt olan bu iki netice de kaderdir. Allah, asi ve salih olmanın yollarını ezelde böylece tayin ve takdir buyurmuştur. İnsanlar bu iki yoldan hangisine giderse, onun neticesine varır. Burada kader zorlayıcı değildir. Seçen biziz ve sonucuna katlanmak da bize ait olmalı. Bizler ister, meyleder ve seçeriz, Allah da seçtiğimiz filleri kudreti ile yaratır. İşte bu neticenin yaratılması kazadır ve aynı zamanda İlâhî takdirin gereği olduğu için de kaderdir.
Ayrıca “Atâ, kaza ve kader” Allah’ın (cc) üç kanunudur. Bir şey hakkında verilen karar kader, o kararın infazı (yerine gelmesi) kaza, kararın iptaliyle hükmü kazadan affetmek atâ demektir. Atâ; bağışlama ve lütûftur. “Atâ, kaza kanununu, kaza da kaderi bozar... Evet, yumuşak bir otun damarları, katı taşı deldiği gibi, atâ da kaza kanununun katiyetini deler. Kaza da ok gibi kader kararlarını deler. Demek atânın kazaya nispeti, kazanın kadere nispeti gibidir. Atâ, kaza kanununun şümûlünden ihraçtır; kaza da kader kanununun külliyetinden ihracıdır.” (Mesnevî-i Nuriye, s. 175)
Meselâ, bir musibetin ve belânın takdir edilip yazılması kader, belânın nüzûlü (inmeye başlaması)—infazı—kaza, sadakanın belâyı durdurması ise atâdır.
Biz ise hem insancasına, hem Müslümancasına yaşamak istiyoruz. (Bediüzzaman)
Kader ve cüz-i ihtiyârî İslâmiyetin ve imânın nihayet hududunu gösteren, halî ve vicdânî bir imânın cüz'lerindendir. Yoksa ilmî ve nazarî değillerdir. Yani, mü'min, her şeyi, hattâ fiilini, nefsini Cenâb-ı Hakka vere vere, tâ nihayette teklif ve mesuliyetten kurtulmamak için, cüz-i ihtiyârî önüne çıkıyor; ona "Mesul ve mükellefsin" der. Sonra, ondan sudûr eden iyilikler ve kemâlât ile mağrur olmamak için, kader karşısına geliyor; der: "Haddini bil, yapan sen değilsin."
Marifet ufku....
Muhabbet denizinde çalan bir melodi gibidir
Şu an 1 kullanıcı var. (0 üye ve 1 konuk)